Home / Köşe Yazıları / TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİ

TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİ

Spread the love

TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİDevlet, bir hükümet idaresinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluğun adıdır. Devleti millet kurar,ancakher millet devlet kuramaz. Tarihte hiç devlet kurmamış birçok millet bulunmaktadır.Devlet tanımı ile ilgili bu bilgileri verdikten sonra Türk Milletinin devlet olgusunu şöyle ifade etmek gerekir: Avrasya coğrafyasında 5000 yıllık bir tarihî süreçten yoğrularak gelen Türk Milleti tarih sahnesine çıktığı günden itibaren kendi kurdukları devlet çatısı altında yaşamışlardır. Türk milletinin devlet kurma tecrübesi tarihin ilk dönemlerinden başlamıştır. Tarih boyunca elde ettiği bu tecrübeyi günümüze kadar aralıksız taşımıştır.

Türkler tarih sahnesinde ilk olarak Orta Asya bozkırlarında göründüler. İktisadi uğraşları hayvancılık olan ilk Türkler için Orta Asya, otlak ve su bakımından pek cömert değildi. Hayat şartları iyi, rahat ve huzurlu mekân arayışında olan Türkler tabiat şartlarından kaynaklanan olumsuzluklar ve düşmanlarıyla yaptıkları mücadeleler sonucu sık sık bulundukları yerlerden göç etmek zorunda kalıyorlardı. Bu hareketlilikleri güçlü bir dayanışma mekanizmasının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Asya’danAvrupa’ya ve oradan da Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanmaları, teşkilatlı ve dinamik yapıları sayesindedir. Her Türk kendi dünyasında coğrafi zorluklara direnebilecek, düşmanlarıyla savaşabilecek ve yönetimine bağlı bir disiplin içinde kendini geliştirebilecek bir dayanışma duygusu içinde olmuştur[1]. İşte bu düşünce sistemi devlet ve yönetim fikirlerinin de temelini teşkil etmiştir. Bozkırda bu şartlar altında şekillenen yönetim tarzı zamanla siyasi birliğe dönüşmüş ve devlet kurmaya kadar ilerlemiştir[2]. Bu da Türkleri teşkilatçılıkta ve devlet kurmada en yetenekli millet yapmıştır.

Türk milleti, devlet organizasyonunu Baba, yaşadığı coğrafyayı ise Ana olarak görmektedir. Devlet tektir;toprak, anadır. Toprak verimin ve doğurganlığın sembolü olarak kabul edilir. Toprak ananın konum ve boyutları değişebilir; ancak, devlet her zaman tektir, babadır ve herkes ona tabidir[3]. Eski Türklerde siyasi otorite “kut” tabiri ile ifade edilmektedir[4]. Türklere göre Kut, Allah tarafından verilip alınır[5]. Kut’un mahiyeti Kutadgu Bilig’de şöyle tarif edilmektedir: Kut’un tabiatı hizmet, şiarı adalettir… Fazilet ve kısmet kut’tan doğar… Ey hükümdar sana Tanrı kut verdi… Beyliğe (hükümdarlığa) yol ondan geçer… Her şey kut’un eli altındadır, bütün istekler onun vasıtasıyla gerçekleşir… Tanrı kimi iktidar yaparsa o her iki dünyada mesut olur. “Bu beylik makamına sen kendi gücün ve isteğinle gelmedin, onu sana Tanrı verdi.” “Beyler hâkimiyetlerini Tanrıdan alırlar[6]”. Kut düşüncesi İslamiyet sonrası kurulan Türk devletlerinde küçükdeğişikliklerle devam etmiştir. Örnek olarak Osmanlı Devleti’nde Padişah “zillullahi fil âlem”, yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.

Türklerde Devlet Yönetimi Anlayışı

EskiTürklerdedevletinbaşında hakan ya da kağan bulunurdu. Hakan, devleti yönetme yetkisini biraz önce de söylediğimiz gibi Tanrıdan almıştır. Tanrı, kendisine bu yetkiyi en iyişekildekullanması, halkıen iyişekilde yönetmesişartıylavermiştir. Dünyanın değişik yerlerine dağılan Türkler çoğu kez azınlıkta olmalarına rağmen hükmedenler olabilmişlerdir. Hükmetme kabiliyetini, tutsaklıktan nefret eden Türk insanının özgürlüğe olan tutkusunun doğal bir sonucu olarak görmek gerekir[7]. Bunun yanı sıra savaşçı bir ruh taşımaları ve törelerinden gelen bir takım meziyetler de hükmetme duygusunu güçlendirmektedir. Türklerin kurmuş olduğu en büyük devletlerden biri olan Göktürklerden bu yana tüm hakanlar cihana hâkim olmaya çalışmışlardır. Oğuz Han altı oğlu ile birlikte dünyanın büyük bir bölümünü fethedince, büyük bir kurultay düzenlemiş ve çok çalıştığını, dünyayı fethettiğini böylece Tanrıya karşı borcunu ödediğini belirtmiştir[8].

Türk kağanının, Tük topluluklarını bir devlet çatısı altında toplamak, düzeni sağlamak, akın ve savaşlarda zafere ulaşmak ve özgürlüğü korumak gibi devlet ve toplum hayatında son derece önemli ve büyük işleri başarmak için cesur ve kahraman bir yapıya sahip olması gerekiyordu. Bunun yanında bilge ve erdemli bir kişiliğe sahip olmalıydı. Bu iki kavram en az Türklük kadar eskidir. Bu kavramlar yüksek ahlaki değerlerin ve üstün özelliklerin toplamını ifade eder. Hükümdar, hem devlet örgütünün başı hem de toplumun lideri konumundadır. Bu yüzden her emri kanun etkisindedir. Devletin her bölümündeki görevliler ve halk bu emirlere uymak zorundadır. Diğer yandan Türk hükümdarı en büyük yargıç durumundadır. Hükümdarlar bu niteliği ile yüksek mahkemeye başkanlık yapmışlardır[9]. Türklerde devlet yönetimi anlayışı şu üç temel ilke çerçevesinde şekillenmiştir:

a. Adalet ve Hukuk

Gerektöresi, gerekteşkilat yapısıyla birmodelortayakoyan Türk devlet sistemi bir takım ilkeler üzerine bina edilmiştir. Bu ilkelerin başında adalet ve hukukun üstünlüğü gelmektedir. Türk devlet düzeninin temelinde adalet yatar. Adaletin esasını da kanunlar oluşturmaktadır. Bu kanunlar Türk inancına ve Türk töresine dayanmaktadır. Kanunlar hükümdar da dâhil olmak üzere hiç kimseye imtiyaz tanımaz. Ortaya konan düzen, top­lum ile idareci arasındaki ahengi oluşturur. Eski Türklerde yöneten ile yönetilen arasındaki uyuma “tüz” (düz olmak) denmiştir. Kutadgu Bilig’de devletin temelini adaletin teşkil ettiği şöyle anlatılmıştır: Bir gün hükümdar üçayağı birbirine bağlanmış gümüş bir taht üzerine oturmuştur. Elinde büyük bir bıçak tutmaktadır. Solunda acı bir ot, sağında ise şeker bulunmaktadır. Veziri tüm bunların sebebini kendisine sorduğunda ona şu cevabı verir: İşte bak ben adalet ve kanunun temsilcisiyim. Dikkat et, bunlar kanunun vasıflarıdır. Bu üzerinde Oturduğum tahtın üç ayağı vardır. Üç ayak üzerinde hiçbir şey bir tarafa meyil etmez. Her üçü düz durdukça taht sallanmaz. Eğer üçayaktan birisi yan yatarsa diğer ikisi de kayar ve üzerine oturan yuvarlanır. Bak, benim tabiatım da yana yatmaz, doğrudur. Eğer doğru eğilirse kıyamet kopar. Ben işleri doğruluk ile hallederim, insanları bey veya kul diye ayırmam. Elimdeki bu bıçak biçen ve kesen bir alettir. Ben bıçak gibi keser atarım. Hak arayan kişinin işini uzatmam. Şeker, zulme uğrayarak benim karşı­ma gelen ve adaleti bende bulan kişi içindir. O insan benden şeker gibi tatlı ayrılır. Acı ot ise zorbalar ve doğruluktan kaçan kimseler içindir. Bunlar kavga edip bana gelen ve verdiğim hükümden dolayı Hint ilacı içmiş gibi yüzlerini ekşitirler. Benim bu asık suratlılığım, sertliğim bana gelen zalimler içindir. İster oğlum, ister yakınım veya hısımım olsun, kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir. Hüküm verirken hiç biri beni farklı bulamaz. Beyliğimin temeli de doğruluktur[10].

Türk devlet geleneğinde zulmün yeri olmadığı “zor kapıdan girince, töre bacadan çıkar” tabiri ile ifade edilmiştir. Bir başka sözde ise “melik inkâr ve küfürle ayakta kalabilirse de zulümle ayakta kalamaz” ifadesiyle devlet hayatında zulmün küfürden beter olduğu anlatılmaktadır. Türk ulusunu dünya tarihinde devletçi, düzenleyici, disiplinli bir ulus olarak tanıtan, Türklerin yeryüzünün çeşitli kısımlarında pek çok devletler kurup, çeşitli ulusları güven içinde yönetebilmelerini sağlayan yegâne etken, güçlü bir şekilde oluşan kamu hukuku olmuştur.

Yusuf Has Hacib’e göre haklarının verilmediği bir insan, devletin değerleriyle uyumlu yaşayamaz; yani adaletli olunmadan devletin temelleri sağlamlaştırılamaz. Kutadgu Bilig’de yöneten ile yönetilen arasındaki karşılıklı temel hak ve yükümlülükler sıralanırken devletin başında bulunan yöneticiye… halkın senin üzerinde üç hakkı vardır; bunları öde ve onları zorluğa düşürme. Bunlardan birincisi memleketindeki gümüş; temiz kalsın, onun ayarını koru. İkincisi halkı adil kanunlar ile idare et; birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru. Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır[11] diye hitap ederek adaletin devlet yönetimindeki yerini ortaya koymaktadır.

b. Töreye Bağlılık

Örgütlenmemişhalk, sadece denetimsiz birinsan topluluğu durumundadır. Devletin oluşabilmesi için halkın örgütlenmesi ve örgütlenmiş topluluğun bir amaca yönlendirilmesi gerekmektedir. Örgütlü bir yapı için kurumlar oluşturulmalıdır. Türk milleti, devletini “töresine”göre kuruyordu. Töre, bireylerin ve ulusun hak ve hukukunu, özgürlüğünü, hükümdarın görevlerini belirleyen ve ceza hükümleri ile dikkatleri çeken, yazılı olmayan bir prensipler topluluğudur[12]. Türk milletinin yazılmayan anayasası gibi olan töre, geçmişten getirdiği özellikleri geleceğe taşıyarak topluma yön verir.

Türkler, Orta Asya’dan değişmez bir devlet anlayışı ve belli idare gelenekleriyle dünyaya yayılmışlardır. Bu gelenekler, beylerin ve Türkmen‑ Oğuz gruplarının sıkı sıkıya bağlı kaldıkları kökleşmiş âdetler ve inançlar niteliğinde idi. Birçok teşkilât esasları ve hâkimiyet kavramı birbirinden asırlarca ara ile kurulmuş olan Türk devletlerinde görülmektedir.

Kitabelerde töre kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun altısında il kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır. Devletin varlığı, törenin varlığına sıkı sıkıya bağlıydı. Kitabelerdeki “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler”, “Ey Türk bodunu devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi”, “Devletin töresini terk etmiş”, “O (İlteriş), atalarının töresine göre bodununu (milletini) teşkilatlandırdı…”. sözleri Türklerdeki töre olgusunun ağırlığını yeterince ortaya koymaktadır. Hükümdarlar bütün faaliyetlerini Türk töresine uygun bir şekilde yürütmek zorundadır. Törenin uygulanmasından devle­tin başındaki hükümdar sorumludur.

Orhun Kitabelerinde töre kavramıkanunlar bütünü olarak tarif edilmektedir. Hâkimiyeti Tanrıdan alan han, hâkimiyet ve bağımsızlığı başlıca töre koymak şeklinde anlamaktadır. Devletin varlığı, töre koyan han ile ayaktadır. Orta Asya Moğol ve Türk kavimlerine dayanarak Mete veya Bumin Kağan gibi bir cihan imparatorluğu kurmuş olan Temuçin de cihan imparatoru ilân edildiği zaman kendi yasa’sını ilân etmişti[13].

Türk hükümdarının evladı, halktan herhangi bir kişi ile Türklerle yan yana yaşamak durumunda olan herhangi bir yabancı, törenin karşısında eşit haklara sahipti. Bu ise Türklerin kendileriyle birlikte yaşayan ve Türk olmayan herhangi bir yabancıya karşı gösterdikleri hoşgörünün ve insani davranışın en güzel örneğini oluşturur. Tarih boyunca, Türklerle yan yana yaşamak durumunda kalmış olan yabancı ulusların dillerine, dinlerine, örf ve adetlerine daima saygı gösterilmiştir[14].

Törenin siyasi, sosyal ve hukuki hükümleri çevreye, zamana ve imkânlara göre değişebiliyordu[15]. Hükümdarlar, zamanın gereklerine göre devlet meclisinin de onayını alarak yeni yasaları töreye ekleyebiliyorlardı. Bütün bu karşılıklı hak ve görevlerin töre ile tespit edilmiş olması, siyasi iktidar yönünden Türk devletlerinde şahsî ve keyfî bir yönetimin olmadığını göstermektedir[16].

c. İstişare Kültürü

Türklerde hükümetten ayrı olarak birer meclis bulunurdu. Devleti ilgilendiren siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel konuların görüşülüp bir karara bağlandığı bu meclisler Türklerin hayatında son derece ağırlığı olan kurumlardır. Hakandan sonra devlet teşkilatında önemli bir yere sahip olan bu meclisler yasama ve yürütme yetkilerine sahiptirler. Devlet ileri gelenlerinden oluşan bu meclisler, hakan seçme yetkisine de sahiplerdir. Ayrıca, kanun yapma işinde hakanı denetlemekte ve onun yetkilerini zaman zaman kısıtlamaktadırlar. Türklerde her ne kadar hükümdarlar son sözü söyleyen makam olsalar da meclise danışmadan büyük kararlar vermezlerdi. Göktürk ve Uygurlarda meclis, hükümdar seçiminde de tam yetkiye sahiptir. Meclis yeni hükümdarı onaylar ya da gerekçe göstererek rededebilirdi. Bir yasama kurulu özelliğindeki meclis Türk siyasi topluluklarında milattan önceki yıllardan beri devam eden Devlet Meclisi kurumunun bir devamıdır[17].

Türk devlet örgütlenmesinin önemli bir bölümünü oluşturan kurultaylar da bir danışma meclisi kimliğindedir. Başlangıçta Türklerde dini tören, bayram, yeme içme toyu, eğlenme ve yarışmayı da içinde toplayan kurultaylarda halk ile devlet birleşerek kaynaşırdı. Dernek veya toy şeklinde olan bu kurultaylara, Hunlar ile Oğuzlarda halk da katılırdı. Söz hakkı bulunmasa bile kararların alındığı anda halkın orada bulunması, kararların sahiplenilmesi için güzel bir uygulama olarak görülmektedir. Büyük Hun devletinde başlıca üç büyük toy ve yığınak vardır. Bunlar; yeni yıl bayramı, ilkbahar bayramı ve güz bayramıdır. Bu bayram veya toy kurultayına, devletin tüm ileri gelenleriyle bağlı kurulların da katılma zorunluluğu vardır. Bu büyük Bayram Kurultayına gelmeyenler, Hun hükümdarına isyan etmiş sayılırlardı.

Oğuzlarda kurultay ve danışma toplantısı, yaygın olarak toy veya düğün, dernek şeklinde yapılırdı. Zaten, gerek halkı ve gerekse beyleri yedirip içirmek hükümdarın bir göreviydi. Divân veya devlet divanının, hem bir toplantı yeri ve hem de toy yeri olduğu görülmektedir[18]. Türk töresine göre, hükümdar halkına her konuda bakmakla görevli bir çalışandır. Türk hükümdarı görevlerini yerine getirmezse, kut’un Tanrı tarafından geri alındığı düşüncesi ile iktidardan düşerdi.

Türkler 10. yüzyılın başlarından itibaren İslam dinini kabul etmeye başladılar. 960 yılında iki yüz bin çadır halkının topyekûn İslam dinini kabul etmeleri Türk tarihinde bir dönüm noktası olmuştur[19]. Türkler Müslüman olduktan sonra da eski âdet ve geleneklerinin birçoğunu devam ettirmişler, aynı zamanda yeni bir hayat düzenine geçmişleridir. Bu yeniliğin başlıca iki kaynağı vardır. Birincisi; yeni bir inanç sistemini benimsemeleridir. Bu inanç sisteminde insanın sadece Allah ile değil aynı zamanda diğer insanlarla olan münasebetleri de yeniden gözden geçirilerek düzenleniyordu. İkincisi ise; Türklerin Müslüman olarak yeni bir medeniyet sisteminin içine girmeleri, böylece diğer milletlerle kültür alış verişi yapmaya başlamalarıdır[20].


[1] Nazmi Eroğlu, Medeniyetlerin Ruhu, İstanbul, 2004, s. 161.

[2]Mehmed Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, İstanbul 1996, s. 26.

[3] Mustafa Taşar, Türkiyenin Düşünce Gündemi, Ankara 2001, s. 5

[4] Ali Güler, “Türklerde Devlet ve Siyasi Otorite Kavramları”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı. 24, Şubat 1987, s. 17.

[5] İbrahim Kafesoğlu, Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, İstanbul 1980, s. 3‑4.

[6] Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, trc. R. Rahmeti Arat, Ankara 1988, bend 1430, 1933‑34‑60‑5469‑5947

[7] Muzaffer Erendil, “Türklerin Millî Meziyetleri”, Türk Kültür Ve Medeniyeti (Makaleler), c. I, Ankara 1976, s. 277.

[8] Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. I, İstanbul. 1998, s. 79.

[9]Kafesoğlu, a.g.e, s. 270.

[10] Niyazi, a.g.e, s 216.

[11] Nejat Doğan, “Kutadgu Bilig’in Devlet Felsefesi”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 12 Yıl: 2002, s. 136.

[12]Kafesoğlu, a.g.e, s. 251.

[13] Halil İnalcık, “Türk Devletlerinde Sivil Kanun Geleneği”, Türkiye Günlüğü, sayı:58, Aralık 1999, s. 5.

[14] Mehmet Saray, Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento), Ankara1999, s. 10.

[15] Mualla Uydu, Türk‑İslam Bütünleşmesi, İstanbul, 1995, s. 185‑188.

[16] Abdulkadir Donuk, “Türk Devletinde Hâkimiyet Anlayışı”, İÜEF Tarih Dergisi, sayı: X‑XI, İstanbul 1981, s. 53.

[17] Mehmet Saray, “Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento)”, Demokratik Düşünce ve Ata­türk, Ankara, 1999, s. 13.

[18] Bahaeddin Ögel, “Devlet Meclisi ve Kurultay”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayın­ları, Ankara 2002, s. 874.

[19] Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. V.

[20] Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1999, s. 159.

[1] Mehmet Saray, “Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento)”, Demokratik Düşünce ve Ata­türk, Ankara, 1999, s. 13.

[1] Bahaeddin Ögel, “Devlet Meclisi ve Kurultay”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayın­ları, Ankara 2002, s. 874.

[1] Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. V.

[1] Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1999, s. 159.

About Mehmet Akif TERZİ

BU HABERİ OKUMAK İSTERMİSİNİZ?

Hain darbeciler…

Spread the love 12 Eylül 1980 öncesinde, Koalisyon Hükumetleri iş başında oldular.Ülkemiz hiç iyi yönetilemedi. …

Bir yanıt yazın