Kanije, bugünkü adıyla Nagikanizsa, Macaristan’dadır. Osmanlılar tarafından 1600’de fethedilen kalede fetih timsali olarak hemen bir cami inşa edildi ve Osmanlı âdeti üzere ilk cuma namazı bu camide kılındı.
Avusturyalılar 1601’de müttefik bir ordu ile gelip Kanije kalesini muhasara ettiler. Fakat zekâsı ve cesareti kadar harp sanatında da mahir olan Tiryaki Hasan Paşa, bütün tedbirleri almıştı. Kalede mevcut asker ancak dokuz bin kişi kadardı. Düşman askeri ise 70-80 bin civarında idi. Sonradan gelen yardımlarla bu sayı yüz bini bulmuştur.
Kanije müdafaasının, tarihte eşi ve benzeri olmamıştır. Bu müdafaada Hasan Paşa, ilk günlerde düşman askerine hiç top atmamış ve süvarileri dışarı çıkartmamıştır. Böylece düşman, kalede top ve süvari olduğunu bilememiş ve ordugâhını top menzili içine kurmuştur. İlk hafta kale kapıları dahi kapatılmamış, gaziler hücumlarla düşmanı epey hırpalamışlardır. Bir taraftan veziriazamdan yardım isteyen, fakat onun yardıma gelemeyeceğini öğrenen Hasan Paşa, veziriazamın ağzından yazdığı yardım mektuplarını okuyarak askerlerinin maneviyatlarını kuvvetlendirmiştir. Diğer taraftan, güya serdara gönderiyormuş gibi, aldatıcı haberlerle dolu mektuplar yazdırıp bunların düşman eline geçmesini temin etmiştir. Böylece düşmanlar kale hakkında sıhhatli bir haber alamamışlar, bir de aralarında ihtilaflar çıkmış ve korkuya kapılmışlardır. Düşman eline geçmesi temin edilen üçüncü bir mektup ise, düşmanın muhasarayı kaldırıp ağırlıklarını bırakarak kaçmasına sebep oldu.
Bu muvaffakiyetinden dolayı Hasan Paşa, Sultan Üçüncü Mehmet Han’ın iltifatına mazhar olmuş, kendisine vezirlik rütbesi verilmiştir. Bütün bu muvaffakiyete şükür için iki rekat namaz kılıp dua eden Tiryaki Hasan Paşa:
“Bu zafer sırf Allâhü Teâlâ’nın yardımı ve Resulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) mucizesidir” dedi.
Tiryaki Hasan Paşa, bir müddet daha devlet hizmetinde bulunmuş, nihayet üçüncü defa Budin beylerbeyi tayin edilmiş iken 1611 senesinde Budin’de vefat etmiştir. (Rahmetullâhi aleyh)
“Kanije Müdâfaası” en zor şartlarda ümitsizliğe düşmeyip Allâhü Teâlâ’ya tevekkül ederek muvaffak olmanın parlak bir nümunesidir.