Mehmet Akif TERZİ Köşe Yazıları | Hatay Haber, Hatay Haberleri https://www.hatayinnabzi.com Hatayın Nabzı Tue, 14 Jul 2020 22:44:37 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.4.3 ÇUKUROVA ve GAVURDAĞI’NIN BUGÜNLERE GELMESİNİN HİKAYESİ https://www.hatayinnabzi.com/cukurova-ve-gavurdaginin-bugunlere-gelmesinin-hikayesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=cukurova-ve-gavurdaginin-bugunlere-gelmesinin-hikayesi https://www.hatayinnabzi.com/cukurova-ve-gavurdaginin-bugunlere-gelmesinin-hikayesi/#respond Tue, 14 Jul 2020 22:22:32 +0000 https://www.hatayinnabzi.com/?p=5275 Belimizde kılıcımız KirmaniTaşı deler mızrağımın temreniHakkımızda devlet etmiş fermânıFerman padişahın dağlar bizimdir (Dadaloğlu)Dadaloğlu’nun şiirlerine konu olan ve o dönem birçok ağıtlar yakılmasına; destanlar söylenmesine sebep olan Fırka-i Islahiye Harekâtı, bölge tarihimizde ekonomik, siyasî ve sosyolojik olarak birçok sonuçları da beraberinde getirdi. Arşivler, devletlerin ve milletlerin hafızasıdır. Arşiv belgeleri ve dönemin tarihi kaynaklarının anlattığı üzere Çukurova …

The post ÇUKUROVA ve GAVURDAĞI’NIN BUGÜNLERE GELMESİNİN HİKAYESİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermânı
Ferman padişahın dağlar bizimdir (Dadaloğlu)
Dadaloğlu’nun şiirlerine konu olan ve o dönem birçok ağıtlar yakılmasına; destanlar söylenmesine sebep olan Fırka-i Islahiye Harekâtı, bölge tarihimizde ekonomik, siyasî ve sosyolojik olarak birçok sonuçları da beraberinde getirdi. Arşivler, devletlerin ve milletlerin hafızasıdır. Arşiv belgeleri ve dönemin tarihi kaynaklarının anlattığı üzere Çukurova Bölgesi ve etrafını çevreleyen Kozan Dağları ve Gavurdağı, merkezin denetimi dışında kalan alanlar olarak görülüyordu. Bölgede yaşayan konar/göçer Türkmen aşiretleri vergi vermemeyi ve Osmanlı Ordusunda askerlik yapmamayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Bölgede bulunan aşiretler zaman zaman ana yolları tehdit etmekte ve Payas Caddesi dediğimiz Misis- Belen arasında yoldan geçen Hac kervanlarından bile haraç almaktaydılar. Hem kendi aralarındaki büyük çekişmeler hem de eşkıyalık faaliyetlerinin bir türlü bölgede bitmemesi, can ve mal emniyetini ortadan kaldırmıştı. Kozan Dağında Kozanoğulları, Gavurdağında Küçükalioğulları, aşiretler arasında ise özellikle Tecirliler Devlet’e karşı isyan hâlinde idi. Üstüne üstlük 1853 yılında Kırım Harbi dolayısıyla asker sıkıntısı çekilirken Gâvurdağı ve Kozan ağalarının Devlet’e asker vermemeleri Devlet’in belleğinde yer etmişti.
Devletin asker ihtiyacını karşılamak, otorite tanımayan ve birçok probleme sebep olan konar/göçerleri iskân edip yerleşik hayata geçirmek, bölgede etkinliği artan derebeyi (hanedan) ailelerini devletin kontrolü altına almak, yeni kazalar ve nahiyeler meydana getirerek idarî düzeni kurmak, halkı toprağa bağlamak ve halkın toprağı sahiplenerek tarımı geliştirmek maksadıyla bir ıslâh ordusu kurulmasına karar verildi. Bölgeyi ıslâh ederek aynı zamanda Türk nüfusunu bölgeye iskan ederek yabancı devletlerin Çukurova merkezli bir Ermeni Devleti kurma hayallerini bitirmek de hedeflerin arasında idi. Osmanlı tarihinde bu faaliyetlerin toplamına Fırka-i Islahiye Harekâtı diyoruz. Bu faaliyet hem askeri hem de sosyolojik planları içermesi bakımından bölgenin kaderini değiştiren büyük bir projedir. kurulan ordu, özel yetkilerle donatılarak başına Derviş Paşa getirildi. Mülkî ıslahatlar için ise Vezir rütbesi ile Cevdet Paşa tayin edildi. Harekât başlamadan önce yapılan plan ve değerlendirmeler sonucunda bölgedeki eşkıyanın birbirleriyle olan temas ve haberleşmesinin kesilmesi hususunda alınacak önlemler ve harekât süresince dağ ahalisinin devlet güvenlik güçlerine yardımcı olmaları hususunda uyarılmalarına, itaat etmeyenlerin güç kullanılarak itaat altına alınacağının ahaliye bildirilmesine karar verildi.
Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra bir alay süvari, yedi tabur piyade, yazışmaları yapacak personel kadrosu ile birlikte yeterli miktarda mühimmat alınarak 20 Mayıs 1865 tarihinde beş vapur ile İstanbul’dan yola çıkıldı. Fırka, 28 Mayıs günü İskenderun Limanına geldi. Gemilerdeki asker ve malzeme İskenderun’a yarım saat mesafede bulunan ve Belen tarafında ordugâh olarak seçilen yere nakledilirken, Derviş ve Cevdet Paşalar bir vapurla Payas tarafına geçip karaya çıkarak bölgeyi tetkik ettiler. Daha önce kararlaştırıldığı üzere dağlıların sahille irtibatlarının kesilmesi ve bu taraftan baskı altında tutulmaları için Payas’ın ileri gelenleri ile görüşmeler yapılarak bazı telkinlerde bulunuldu. Ordunun bir taburu Çaylı köyü civarında konuşlandı. Komuta kademesi Mirlivâ Hasan Paşa refakatinde Çaylı köyüne gelerek taburu denetledi. Gavurdağı civarında bulunan bütün yerleşim bölgelerine önceden planlandığı gibi beyannameler dağıtılarak vatandaşa bilgi verildi ve itaate davet edildi. Beyannamede daha önceden işlenen suçların affedildiği, meşru vergilerden ve hakka riayetten başka bir şey aranmadığı ifade ediliyordu. Bunun yanı sıra, Osmanlı Devleti Sancağı altına girmek isteyenlerin her zaman güven içerisinde olacağı, yapılan ıslahata karşı duranların ise kahrolmaktan kurtulamayacağı vurgulanarak bölge halkı devlete itaate davet ediliyordu. Fırka-i Islâhiye’nin bir elde merhamet bir elde şeriatın adaletiyle bölgeye geldiği belirtilerek halkın ileri gelenlerine itaat etmeleri durumunda çeşitli memurluklar verileceği vaad ediliyordu. Ancak eşkıyalıkta ısrara edenlerin de mutlaka cezalandırılacağı söylenmekteydi.. . Dağıtılan beyannamenin etkisi kısa zamanda görüldü. Dağ ve kıyı köylerinden bazı muhtarlar ordugâha gelerek bazı görüşmelerde bulundular. Reyhanlı aşireti boy beyi Mürselzade Mustafa Şevki Bey, Hacılar Nahiyesi Bey’i Paşo Beyi de yanında getirerek görüşmelerde bulunduktan sonra devletin bütün emirlerine uyacağını ve en iyi şekilde hizmete gayret göstereceğini ifade etmiştir. Böylelikle fırkanın ıslah bölgesinde bulunan ilk menzili olan Hacılar denetim altına alınmış oldu. Bundan sonra Tiyekli Kara Beyzade Mehmet Bey de gelerek itaatini arz etti. Böylece Tiyek ve Ekbaz’ın da denetim altına alınması sağlandı. Paşo Bey ve Mehmet Bey fırkanın zahire ve sair ihtiyaçlarını temin işi ile görevlendirildi. Mustafa Bey’in, fırka maiyyetine dahil edilerek cadde muhafızlığı olan eski görevini sürdürmesine karar verildi. Bu sırada isyan durumunda bulunan Küçükalioğlu Dede Bey’e genel aftan faydalanmak üzere yazılı davette bulunulmuş ise de Dede Bey bu yazıya red cevabı vererek dağın sarp yerlerine çekildi ve Alibekiroğlu Ali Bey’le birlikte savunma hazırlıklarına başladı. İlk etapta bunların üzerine gidilmeyip, tedip harekâtının ilk safhasında bölgede asilerin birlikte hareket etmelerine ve etraflarına halkı toplamalarına zemin hazırlayacak hatalara düşmemeye özen gösteriliyordu. Bu arada Ulaşlı köylerinden toplanan bir grup isyancı Payas Caddesine saldırıda bulunmaya başladı. Bunun üzerine Fırka-i Islahiye kumandanı İsmail Paşa askerleriyle hücum ederek isyancılardan çoğunu ele geçirdi. Haziran ayının ortalarında Gavurdağı eteğindeki Soğuksu’ da çadırlar kuruldu. Dağa çıkışı kolaylaştırmak için askerlerin Kundura ve çantaları Belen kasabasında bırakılarak çanta yerine daha hafif bir dağarcık yaptırıldı ve kundura yerine de çarık giydirildi. Burada bir süre konakladıktan sonra harekete geçen fırka Lece ve Hacılar nahiyesi arasındaki Kargılı mevkiinde yerleşti. Artık isyan bölgesine girilmiş bulunuyordu. Söz konusu mıntıka Maraş’tan İskenderun’a giden anayolun önemli geçitlerinden biri idi ve Amik Ovasına çıkış noktası olduğu için stratejik bakımdan önemli bir yerdi. Geçitin güvenliğini sağlamak amacıyla buraya Hacılar nahiyesinden getirilecek 30 hanenin iskânı ve ordu-köyü adıyla bir yerleşim merkezi oluşturma yoluna gidildi. Ertesi gün buradan hareket edilerek Tiyek kasabasına varıldı ve burada karargâh kuruldu. Hacılar, Tiyek ve Ekbaz nahiyelerinin ileri gelenleri karargâha gelerek itaat edeceklerini açıkladılar. Bundan sonra adı geçen bölge denetim altına alınarak Kilis-Halep yolu da açılmış oldu. Bu olayın çevrede duyulması üzerine bölge halkının ileri gelenleri de ordugâha gidip gelmeye başlayarak itaatlerini arz ettiler. Adı geçen bölge tamamen denetim altına alınarak planın ilk aşaması gerçekleştirildi ve Gavurdağı’nın denetim altına alınması için harekete geçildi. Daha önce Gâvurdağı’na sığınan Deli Halil, üzerine gelen fırka kuvvetleri ile başa çıkamayacağını anlayınca Ulaşlı Dağının sarp yollarını kullanarak kaçmayı başardı. Bütün varlığını kaybederek Dede Bey ve Ali Bekir-oğlunun yanına sığındı. Bu gelişmeler üzerine Ulaşlı ağalarından Karayiğitoğulları, Kaypakoğulları ve Çendoğulları Fırka-i Islahiye karargâhına gelerek itaat ettiklerini bildirdiler. Böylece bu bölgedeki askeri harekât hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış ve sadece Ali Bekiroğlu Ali Ağa ve ona sığınan Dede Bey ve Deli Halil kalmıştı. Derviş Paşa yedi tabur seçerek bunlara çarık giydirdikten sonra, yanlarına da altı günlük peksimet vererek harekete geçti. 24 Ağustos 1865 günü Aslan Paşa komutasındaki 240 kadar Gürcü ve Çerkezlerden oluşan süvarilerin öncü olarak çıkarılmasıyla yürüyüşe başlandı. Bunların yanı sıra Küçükalioğullarının rakibi olan aşiretlerden de takviye kuvvetlerin katılımıyla fırka epeyce güçlendi. Bu fırka kuvvetleriyle asi kuvvetler arasında meydana gelen çarpışmalar neticesinde asiler yenildi ve yılgınlığa düşerek bir daha düzenli kuvvetlerle çatışmaya cesaret edemediler. Derviş Paşa, Alibekiroğlu nahiyesine girdikten sonra savaşmayı sürdürerek başarılı bir tedip harekatı gerçekleştirdi. Derviş Paşa’nın bu kararlı takibi sonucunda Dede Bey ve Deli Halil yakalanmış ve böylece harekat tamamlanarak ve karargaha dönülmüştür. Bu olaydan sonra Alibekiroğlu Ali Ağa, Kozan kasabasına yerleşmiş olan fırka karargahına gelerek teslim oldu. Eylül ayı başlarında Osmaniye’den ayrılan fırka Kozan’a yönelerek oradaki ıslâh faaliyetlerine başladı… Bölge güvenliğinde devamlılığın sağlanması için stratejik yerlere kaleler inşa edildi, Gavurdağı ve Kozan dağlarında bulunan aşiret ağalarının devlete ve ahaliye olan borçları mallarından tahsil edildikten sonra hayatlarının sonuna kadar kalmak şartıyla Devlet’in uygun görülen yerlerine sürgün edildiler. Harekât sonucunda Çukurova, Gavurdağı ve Kozan dağlarında devlet idaresi yeniden tesis edildi. Konar/göçer oymaklar başarılı bir şekilde iskan edildiler. Ayrıca bu icraat esnasında Osmaniye, İslâhiye, Hassa, İziye, Dervişiye, Cevdetiye gibi yeni idari birimler oluşturuldu. Deli Fakı’nın kendisi yakalanamadı, ancak kızı Erzin’e indirildi, ahalisinin bir kısmı Islahiye taraflarına bir kısmı da Payas, Hassa ve Osmaniye taraflarına iskân ettirildi. Fırka-i Islahiye tarafından boşaltılan Alibekiroğlu yurdu, Büyük ve Küçük Küllü, Kapılı, Kozlu, Bülke ve Çardak köylerine Müslüman muhacirlerin yerleştirilmesi planlandı. Bu yerler Rumeli ve Girit’den gelen muhacirlere teklif edildi, ancak muhacirler genellikle merkeze yakın bölgeleri talep ettikleri için buraya iskânları gerçekleşmedi. Bunun üzerine Girit muhacirleri Ocaklı ve civarına iskân ettirildi. İskân sırasında muhacirlere evler inşa edildi. Ziraat için tohum ve alet-edevat yardımlarında bulunuldu. Dağ kesimindeki bu köylere iskânın yapılabilmesi için Girit muhacirlerine yapıldığı gibi oraya yerleşecek muhacirlere hâneler inşa etmek, zirai aletler, tohumluk ve hayvan, mahsul alana dek geçimlerini temin için bir yıllık yevmiyelerinin karşılanması gibi ihtiyaçların giderilmesi gerekiyordu. Bu konuda Adana Valisi Süleyman Bahri’nin Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği yazıda ilginç ayrıntılar yer almaktadır. Vali bey yazısında “Çokmerzimen karyesine hâkim Çökek mevkiiyle iki, üç ve dört saat mesafede bulunan Cıvık, Topaktaş ve Bülke mevkilerine seksen hâne iskân imkânı vardır. Hatta şimdiki hâlde Girit muhacirleri Bülke’ye tâlib ise de öncelikle buralara gidiş-gelişi kolaylaştırmak için yolların açılması gerekmektedir. Bununla birlikte seksen hânenin inşaatı, çift ve öküz masrafı, zirai aletler alımı, yol yapımı ve seksen hanenin yaklaşık dört yüz kişilik nüfusu için toplam altı yüz seksen bir bin iki yüz kuruşa ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak Girit ve Şumnu muhacirleri tabiatlarına uygun olmadığı gerekçesi ile kabul etmediler. Dağlık bölgelere daha çok Kars ve Ahısha muhacirlerinin rağbet gösterecekleri sanılmaktadır. Daha önce Küllü mevkiine iskân edildiği gibi Ahısha ve Kars muhacirleri teşvik edilerek Çökek, Topaktaş, Cıvık ve Bülke mevkilerine yerleştirilebilir… Şumnu, Kars ve Ahısha muhacirleri zaten yayla ve dağlık mevkilere alışmış olup ormanlardan istifadeyi bilmekte ve münasip yerlerde tarla açarak ziraat yapabilmektedirler”.
Yapılan bu harekâta karşı gelinen noktalarda bazı zamanlar asker ve bölge insanı karşı karşıya gelmiş, yaşanan acılar, çekilen çileler dönemin halk ozanları tarafından destansı anlatımlarıyla günümüze kadar gelmiştir. Bunların başında da Erzin/Başlamış doğumlu Dadaloğlu gelmektedir. Dadaloğlu ve aşireti de her ne amaçla olursa olsun bu uygulamadan hoşnut değildirler. Bütün Türkmen aşiretlerinin sözcüsü olan Dadaloğlu, Fırka-i Islahiye dönemindeki olaylara kendi bakış açısı içerisinde dizelerinde yer vererek tarihe not düşmüştür.
Derviş Paşa gayrı kına yakınsın
Böbür böbür dört bir yana bakınsın
Amma bizden gece gündüz sakınsın
Öc alırız ilk fırsatı bulanda.

The post ÇUKUROVA ve GAVURDAĞI’NIN BUGÜNLERE GELMESİNİN HİKAYESİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/cukurova-ve-gavurdaginin-bugunlere-gelmesinin-hikayesi/feed/ 0
OSMANLI DÖNEMİ SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ VE SONRASI https://www.hatayinnabzi.com/osmanli-donemi-suleyman-sah-turbesi-ve-sonrasi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=osmanli-donemi-suleyman-sah-turbesi-ve-sonrasi https://www.hatayinnabzi.com/osmanli-donemi-suleyman-sah-turbesi-ve-sonrasi/#respond Thu, 05 May 2016 11:43:48 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1368 Mehmet Akif Terzi ( Osmanlı Arşiv Uzmanı) Gündemimizin ilk sırasını işgal eden “Süleyman Şah Türbesinin Osmanlı Arşivlerindeki izlerine baktığımızda bunun 1882’ye kadar uzandığını görmekteyiz.Bu konu hakkında sevgili dostum Prof. Dr. Erhan Afyoncu Osmanlı Arşivlerinde yaptığı araştırma sonucunda aşağıda da belirtileceği gibi hem önemli belgelere ulaşmış ve hem de türbenin planını bulmuş ve Murat Bardakçı ile …

The post OSMANLI DÖNEMİ SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ VE SONRASI first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
OSMANLI DÖNEMİ SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ VE SONRASIMehmet Akif Terzi ( Osmanlı Arşiv Uzmanı)

Gündemimizin ilk sırasını işgal eden “Süleyman Şah Türbesinin Osmanlı Arşivlerindeki izlerine baktığımızda bunun 1882’ye kadar uzandığını görmekteyiz.Bu konu hakkında sevgili dostum Prof. Dr. Erhan Afyoncu Osmanlı Arşivlerinde yaptığı araştırma sonucunda aşağıda da belirtileceği gibi hem önemli belgelere ulaşmış ve hem de türbenin planını bulmuş ve Murat Bardakçı ile bir gazete de yayınlamıştı.

Osmanlı Hanedanı’nın büyük atası olan Süleyman Şah’ın mezarı 19. asırda tamamen harabe haline dönmüştü. Mezarın elden geçirilmesi 1882’de gündeme geldi.Halep Vilayetinden türbenin içler acısı durumunu bildiren yazı geldiğinde bu durum II. Abdülhamid’e arzedildi. Bu dönemde II. Abdülhamid memleketin dört bir tarafındaki önemli şahsiyetlerin türbelerini elden geçirtmiş veya yeniden inşa ettirmişti. Bu türbeler arasında Ertuğrul Gazi’nin, Şeyh Edebali’nin, Akşemseddin’in ve Bolayır’da vefat eden Süleyman Paşa’nın kabirlerini sayabiliriz.Caber Kalesi’nin eteklerinde bulunan mezara 1884’te türbe inşası için bir keşif yaptırıldı, inşaatın 49 bin 145 kuruşa mâlolacağı belirlendi ve Sultan Abdülhamid gerekli plânların hazırlanmasını emretti. Türbe kare biçiminde olacak, mekâna kuyu, ambarlar, odalar ve türbenin korunması için askerlerin kalacağı bir koğuş yaptırılacaktı. İnşaatın tamamlanmasının ardından, türbeye muhafız olarak bir onbaşının kumandasında bir takım ve 100 kuruş maaşla bir de türbedar tayin edildi.

TÜRBENİN PLANI;

Ancak inşaat kaliteli olmadığı için türbe defalarca harabeye dönmüş, tamirler görmüştür. 1910 yılında Sultan Mehmet Reşad döneminde Dahiliye Nezareti Kasım 1910 yılında Sadarete yazdığı bir yazıda türbenin acilen tamire muhtaç olduğunu bildirerek masraflarının padişahın bütçesinden karşılanması hususunu arz eder. Ancak patlak veren dünya savaşı araya girince bu tamir girişimi sonuçlanmaz. Derken aradan yine seneler geçti ve Kurtuluş Savaşı yılları geldi… Suriye, I. Dünya Savaşı’ndan itibaren Fransızların işgaline uğradı. Lozan öncesinde masaya oturan Türkiye ile Fransa arasında Ankara’da 1921’in 20 Kasım’ında bir “ön barış andlaşması” imzalandı ve Fransa andlaşmanın 9. maddesiyle Caber Kalesi’ndeki “Türk Mezarı”nın Türk toprağı olduğunu kabul etti.Türkiye’nin yeni sınırları 24 Temmuz 1923’te Lozan’da son şeklini alırken Fransız temsilci General Pelle, Türk delegasyonunun başkanı İsmet Paşa’ya aynı gün resmi bir mektup gönderdi ve Ankara Andlaşması’nın hükümlerinin aynen geçerli olduğunu, Lozan ile çakışmadığını duyurdu.

Son Halife Abdülmecid Efendi, 18 Ekim 1921’de Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na, yani Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektupta, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışındaki tek toprak parçası olan Suriye’deki Caber Kalesi’nin Türk toprağı olarak kalmasını Fransa’ya kabul ettiren Ankara yönetimini tebrik etmişti.

Türk Mezarının ahvali 1938 yılına kadar gündeme gelmedi. Cumhuriyet döneminde 150’likler listesinde olup Suriye’ye sürgüne gönderilen edebiyatımızın çok önemli isimlerinden biri olan Refik Halid Karay 1938 yılında türbenin durumunu gündeme getirdi. Bu yazı üzerine Ankara harekete geçti ve yetersiz kalsa da bir tamir yaptırıldı. Devrim yasalarından olan ve tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasını emreden yasanın çıkmasının ardından kaldırılan Süleyman Şah Türbesi’nin imamlık kadrosu da yeniden ihdas edildi. 1931 Haziranı’ndan itibaren Evkaf Umum Müdürlüğü bütçesinden maaşının ödenmesi kararlaştırıldı.Türbeyi 1949’da bir astsubay, bir onbaşı ve sekiz er korumaktaydı…

1951’de Caber Kalesi’ni, Süleyman Şah’ın mezarını ve Halep ile Şam’daki şehitliklerin durumunu inceleyen Konya Miletvekili Saffet Gürol’un hazırladığı raporda bu mekânlarda büyük aksaklıklar bulunduğuna dikkat çekilmesi üzerine Türk Mezarı tekrar gündeme geldi ama o senelerde Suriye ile münasebetlerimizin iyi gitmemesinden dolayı hiçbir şey yapılamadı.Süleyman Şah, ölümünden dokuz asır sonra, 1973’te yerinden oldu. Suriye, Caber Kalesi’nin bulunduğu bölgeyi sular altında bırakacak olan bir barajın inşasına başlayınca Türk Mezarı eski mekânına benzeyen bir başka yere taşındı. Süleyman Şah için orada yeni bir türbe inşa edildi ve bir müfreze asker bulundurup bayrak çekme âdeti bu yeni türbede de devam etti.

Yukarıda büyük atamız Süleyman Şah’ın türbesi hakkındaki tarihi gelişim özetle ortaya konmuştur. Kendisini Osmanlı hayranı ve takipçisi olarak gösteren yetkililerin ulu atamıza reva gördükleri bu tavrı okuyucuların takdirlerinebırakmak gerekmektedir.

BELGELER

The post OSMANLI DÖNEMİ SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ VE SONRASI first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/osmanli-donemi-suleyman-sah-turbesi-ve-sonrasi/feed/ 0
OSMANLI’DA RÜŞVET ALMANIN ENGELLENMESİNE DAİR CEZA KANUNNAMESİ https://www.hatayinnabzi.com/osmanlida-rusvet-almanin-engellenmesine-dair-ceza-kanunnamesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=osmanlida-rusvet-almanin-engellenmesine-dair-ceza-kanunnamesi https://www.hatayinnabzi.com/osmanlida-rusvet-almanin-engellenmesine-dair-ceza-kanunnamesi/#respond Thu, 05 May 2016 11:39:18 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1364 Mehmet Akif TERZİ 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönem başlamıştı. Bu fermanla birlikte bürokrasiden yargı sistemine kadar birçok alanda yeniliklere gidilmişti. Tanzimat Fermanı’nın tamamlayıcısı olarak görülen 1856 Islahat Fermanı da bu kabilden değerlendirilmelidir. Bu iki ferman da batılı ülkelerin azınlık haklarının korunmasına yönelik baskılar sonucu uygulamaya konulmuş olmasına rağmen …

The post OSMANLI’DA RÜŞVET ALMANIN ENGELLENMESİNE DAİR CEZA KANUNNAMESİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
OSMANLI’DA RÜŞVET ALMANIN ENGELLENMESİNE DAİR CEZA KANUNNAMESİ

Mehmet Akif TERZİ

1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönem başlamıştı. Bu fermanla birlikte bürokrasiden yargı sistemine kadar birçok alanda yeniliklere gidilmişti.

Tanzimat Fermanı’nın tamamlayıcısı olarak görülen 1856 Islahat Fermanı da bu kabilden değerlendirilmelidir. Bu iki ferman da batılı ülkelerin azınlık haklarının korunmasına yönelik baskılar sonucu uygulamaya konulmuş olmasına rağmen devletin birçok kurumunda reformlara gidilmesi bakımından oldukça önemlidir. Klasik dönem Osmanlısında rüşvet almak-vermek, devletin malını çalmak, devlet malını zarara uğratmak gibi suçlar çok ağır cezaları gerektiriyordu. Islahat Fermanı’ndan hemen önceye rastlayan Rüşvet Kanunnamesi de Osmanlının yenileşme ve tekrar bir ivme ile toparlanma sürecinde rüşvet illetinin önüne geçilmesi için düzenlenen bir kanundur. Sultan Abdülmecid’in emri ile hazırlanan Rüşvet Kanunu yayınlandığı günden itibaren yürürlüğe girmiştir.

Osmanlı hayranlığı üzerinde yoğunlaşan tartışmalarının gölgesinde Türkiye’nin gündemine oturan meclisteki rüşvet, yolsuzluk ve devlet malını çalmak gibi suçlara Osmanlı’nın bakışını ortaya koymak adına bu kanunnameyi okuyucuların bilgisine sunuyoruz.

 

Mucebince Amel Oluna

Şeriatça, Devletçe ve insanca ayıplanmış ve kötü olarak görülmüş olan rüşvet almak, Devlet malını çalmak fiillerinin kâmilen yasaklanması ve def edilmesi için bunun çeşit ve derecesi; rüşvet alan ve verenlerin cezalandırılmasına dair Devlet-i Aliye ceza kanunlarının bir parçası olmak üzere tanzim olunan, tamamının icrasının padişah emri olduğu özel kanunamedir:

Rüşvet Faslı

Madde 1:

Gerek bizzat doğrudan doğruya ve gerek adamları aracılığıyla rüşvet alan Osmanlı vatandaşı her kim ve hangi milletten olursa olsun ve hangi rütbe, görev ve memuriyette bulunursa bulunsun aldığı rüşvet kendisinden bir misli fazlasıyla alınır. Şayet rüşvet alan şahıs görevli biri ise memuriyetinden çıkartılarak üzerinde varsa rütbesi kaldırılarak maaşı kesilir. Bu suçu ilk kez işlemiş ise bir yıl devlet hapishanelerinde hapis ya da iki yıl müddetle vatanın herhangi bir yerine sürgün edilir.

Madde 2:

Rüşvet veren Osmanlı vatandaşı her kim ve hangi milletten olursa olsun ve hangi rütbe, görev ve memuriyette bulunursa bulunsun rüşvet veren birinci maddede olduğu üzere rüşveti alandan alınarak bulunduğu memuriyetten çıkarılıp varsa rütbesi kaldırıp, maaşı kesilip suçu eğer ilk kez işlemiş ise bir öncekinde olduğu gibi bir yıl hapis ya da iki yıl müddetle sürgün edilir.

Madde 3:

Rüşvete aracılık eden Osmanlı vatandaşından her kim veya hangi milletten olursa olsun ve hangi görev ve memuriyete bulunsa bulunsun, bulunduğu memuriyetten çıkartılıp üzerindeki rütbeler kaldırılıp var ise maaşı kesilip bu suçu eğer ilk kez işlemiş ise bir yıl hapis ya da iki yıl müddetle sürgün edilir.

Madde 4:

Yukarıdaki maddelerde açıklandığı üzere rüşvet alan, veren ve aracılık edenlerden devlet görevlisi olanların varsa rütbeleri kaldırılır. Şayet bu suçu ilk kez işlemiş iseler cezaları neticesinde nefislerinin ıslah olduğu devletçe anlaşıldıktan sonra tashih-i rütbe, maaş ve memuriyetlerine kavuşmaları mümkün ise de bu izin cezalarının bitiminden en az dört yıldan önce verilmez.

Madde 5:

Şayet rüşvet alan, veren ve aracılık edenler devlet görevlisi değilse yukarıda beyan olunduğu üzere rüşvet parası rüşvet alandan iki kat olarak alınıp yukarıdaki maddelerde açıklandığı gibi ya hapse atılır ya da sürgüne gönderilir.

Madde 6:

Bir şahıs rüşvet suçu ile suçlanıp cezasını çektikten sonra ikinci kez aynı suçu işlerse almış olduğu rüşvet kendisinden iki kat olarak zorla alınarak iki yıl küreğe konulur, ya da beş yıl sürgüne gönderilir. Şayet rütbesi ve memuriyeti ve maaşı varsa bütün hakları alınarak ömür boyu devlette istihdam edilmemek üzere memuriyetten men edilir.

Madde 7:

Rüşvet veren ve aracılık eden de bu işi ikinci kez yapmışsa bunlar da ya iki yıl kürek cezası ya da beş yıl sürgüne gönderilerek bunlar da ömür boyu kesinlikle devlet hizmetine alınmazlar.

Madde 8:

Rüşvet alan kişi şayet kadın ise ve evli olup da kocasının da bu işten haberdar olduğu ispatlanırsa alınan rüşvetin iki katı kendisinden alınıp kocasıyla birlikte haklarında birinci maddede beyan olunan cezalar uygulanır. Rüşvet alan kadının kocası olmadığı veya kocasının rüşvet işinden haberi ve rızası olmadığı mahkemece kanıtlanırsa yalnızca kadın birinci maddede zikrolunduğu gibi hapis cezası ile cezalandırılır.

Madde 9:

Rüşvet veren ya da rüşvete aracılık eden kadınlar ile bunların kocaları bir sene müddetle hapis ya da iki yıl sürgüne gönderilirler.

Madde 10:

Rüşvet olarak henüz para ve eşya alış verişi olmayıp aralarında özel olarak yazılı bir anlaşma var ise ve bu anlaşmanın gereği yerine getirilmemiş dahi olsa eğer mahkemece böyle bir anlaşma tespit edilirse bu anlaşmalara rüşvet alınıp verilmiş nazarıyla bakılıp bu işi yapanların haklarında rüşvet alıp verme ve aracılık etme cezaları uygulanır. Bu şartlarda nakdi ceza olmak üzere anlaşmada yazılı olan rüşvet miktarı kadar para rüşvet verenden; iki misli de rüşvet alandan tahsil olunur.

Madde 11:

Bir adam can, mal ve namusunu; velhasıl meşru menfaatlerini muhafaza için birine rüşvet vermeye gerçekten mecbur olur da bu durumu hükümet yetkililerine haber verirse vermiş olduğu para verdiği kişiden zorla alınarak kendisine iade olunup rüşveti almış olan şahıs için birinci maddede açıklanan nakdi ceza ve diğer cezalar aynen uygulanır. Ve bu adam rüşveti verdiğinde korku ve dehşetten kurtulduğu an şayet İstanbul’da ise Sadaret’e, taşrada ise bulunduğu mahallin vali ya da meclislerine bir dilekçe ile ihbar etmeyip te bu da duyulursa rüşvet veren konumunda görünüp aynı cezalar kendisine de uygulanır.

Madde 12:

Bir adamın devlet katında bir işi olup da işinin görülmesi için müracaat ettiği memur para isterse o da bu olayı yetkililere haber verip ispatlarsa, ihbar eden kişinin işi hakkaniyet ölçüsünde görülüp kendisinden istenilen para o memurdan alınarak yarısı kendisine ödül olarak verilir ve rüşveti talep eden memur hakkında rüşvet alanlara uygulanan hüküm uygulanır.

Madde 13:

Her ne husus için olursa olsun kendisine rüşvet teklif olunan kimse gerek o rüşveti almazdan önce ve gerekse aldıktan sonra başka taraftan duyulmaksızın iki ay içinde İstanbul’da ise en büyük makama, taşrada ise bulunduğu mahallin en büyük makamına ve meclisine haber verirse hakkında iyi muamele yapılarak maruz olunan rüşvetin miktarı kadar para ceza olarak tahsil edilir, rüşvet veren kimse hakkında birinci maddede beyan olunan cezalar tatbik edilir.

Madde 14:

Yasal şartlar altında gerçekleşen alışverişler ve adi işlemlerde herkesin serbest olması tabii ise de rüşvet yoluyla bir mülk veya bir malı yerine göre değerinden fahiş bir fark ile aşağı ya da yukarı değerle satmak rüşvet alıp vermek demek olduğundan bu şekilde satılan emlak ve malların gerçek kıymeti ile satıldığı fiyat arasında olan fark rüşvet verenden iki kat olarak geri alınır. Bu rüşvet işleminde bulunanlar hakkında yukarıdaki bendlerde yazılı olan rüşvet veren ve alan cezaları tamamıyla icra kılınır.

İhaleye fesat karıştırmak

Madde 15:

Devlet-i Aliyye’nin götürü usulüyle verilen mallarının ihalesi mutlaka açık müzayede ile yapılır. Büyük, küçük memur ve Devlet-i Aliyye ve sairleri tarafından müzayedesiz olarak ihale alanlar veya müzayede esnasında taliplerini korkutarak ihaleden çekilmesini sağlayanlar veya ihale bedelini teklif etmemesi için nüfuz kullanan veya hile ve desise ile ihaleyi kapatanlar veya kapattıranlar ve böyle fesat ihalelerde takma isim ile ortaklık yapanlar ve her cins ve sınıftan buna sebep ve vasıta bulunanlar bu hareketlerinden dolayı devlet hazinesinin uğradığı zarar öncelikle kendilerinden tazmin ettirildikten ve memur iseler bulundukları görev ve memuriyetten azledildikten sonra bir yıl müddetle hapis edilir veya iki yıl sürgün edilirler.

Madde 16:

Devlet ihalesinde görevli bulunan her kim olursa olsun ihaleyi alacak bir talipli var iken birinden rüşvet alarak daha düşük fiyat ile ihale ederler ise bunu yapan memur devletin malını çalmak hükmünde değerlendirilerek “sirkat” bölümündeki on dokuzuncu maddede beyan olunan sirkat cezaları ile cezalandırılır.

Madde 17:

Yabancı ülke vatandaşı olup devlet hizmetinde bulunan, ticaret yapanlardan rüşvet veren ve alan ve bu suç ile itham edilenlerin bu suçları ispatlandığı takdirde görevli iseler görevden el çektirilip bir daha devlet hizmetinde görevlendirilmeyecek ve haklarındaki mahkeme kararları elçiliklerine resmen bildirilecektir.

Hırsızlık Faslı

Madde 18:

Her kim devlet malından ayni ya da nakdi bir şey çalarsa, çaldığı şey kendisinden iki kat olarak alınır ve devlet hazinesine teslim edilir. Şayet devlet görevlisi ise görevden alınır ve varsa rütbeleri kaldırılır, maaşı kesilir, bir yıl müddetle kürek cezasına çarptırılır ya da üç yıl hapis veya beş yıl sürgün edilir. Şayet hırsızlık suçu işleyen memur değilse bu suçtan sonra hiçbir şekilde devlet işlerinde görevlendirilmez.

Madde 19:

Görevleri gereği Devlet-i Aliyye hesabına alım-satım ve imalat işleri yapanlar alım satım ve sair görevlerinde işlerine fesat karıştırdıklarında her ne surette olursa olsun hırsız sayılacak ve hırsızlık hükmüne göre cezalandırılacaktır.

Madde 20

Devlet malından hırsızlık yapanlar devlet memuru değil iseler çaldıkları mallar kendisinden iki kat olarak tahsil edilip yukarıdaki maddelerde zikredildiği gibi küreğe konulur veya sürgüne gönderilir.

Madde 21:

Memurun elindeki Devlet tahvillerini fiyat kırarak alan ya da alacaklı olanların görevleri gereği ödemesini yapmak için para veya hediye alanlar haklarında evvelki maddelerde zikredilen hırsızlık suçu ile cezalandırılırlar.

Madde 22:

İdareleri altında bulunup da yukarıdaki suçları işleyen memura göz yuman idareciler de “hırsızlık” cezası ile cezalandırılarak görevleri ellerinden alınıp müsaadesiyle alınmış olan paranın bir katı kendisinden zorla alınarak hazineye teslim edilecektir.

Hediye Faslı

Madde 23:

İhtiyaç sahibi kimselerin devletten yardım talep etme isteği ile müracaatta bulunması vesilesiyle getirdikleri yiyecek ve içecek gibi küçük miktar şeylerin bedelini ödemek kaydıyla kabulünde bir sakınca olmayıp sair surette devlet memurları ve harem daireleri halkının küçük ya da büyük aldığı hediyeler rüşvet sayılacak; alan, veren ve aracılık edenler rüşvet bahsinde belirtilen cezalara çarptırılacaktır.

Madde 24:

Devletin usulü dairesinde alenen alınıp verilen hediyelerin alınıp verilmesi mutlaka padişahlık makamının izni ile olup, izinsiz olarak gerek doğrudan doğruya, gerekse adamları aracılığı ile hediye alanlar hakkında rüşvet alan ve verenlere uygulanan ceza uygulanacaktır.

Madde 25:

Her türlü düğünlerde ve törenlerde devlet görevlilerine mahsus olmak üzere gerek hanım ve gerekse erkek tarafında bulunan hizmetlilere adi bahşiş verilmesinden başka sair isimler adı altında bir Akçelik hediye dahi alınıp verilmesi asla uygun olmayıp bunun hilafında hareket edenler rüşvet alan ve veren hükmüyle cezalandırılır.

Mahkeme Mahalleri Faslı

Madde 26:

Bu kısımda yazılı olan töhmet sahipleri haklarında muayyen olan cezaların icrası için öncelikle kemal-i hakkaniyet ve tarafsız olarak mahkeme edilerek suçları tespit olunur, suçun sabit olmasından sonra padişahın görüş ve onayına sunulur.

Made 27:

İstanbul’da (Dersaadet) bulunan memurlar ve sairler ile taşradaki büyük memur olan Defterdarlar, Mal Müdürleri, Kaymakamlar ve Büyük Meclis üyelerinden yukarıdaki suçlarla itham edilenlerin muhakemeleri mutlaka İstanbul’da Meclis-i Vala’y-ı Ahkâm-ı Adliye’de (günümüzdeki Yargıtay ve Danıştay benzeri bir yüksek mahkeme) icra olunacaktır.

Madde 28.

Yirmi yedinci ve yirmi sekizinci maddelerde zikredilen memurlardan başka taşrada bulunan küçük memurlar, kaza müdürleri ve ahaliden irtikâp töhmetinde olanların muhakemeleri her eyalet merkezinde bulunan Meclis-i Kebir’de görülmesi ve kararlarının da Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye’de görüşülmesi, şayet Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye’ye gönderilen evrakın incelenmesinden sonra suçun sabit olduğuna karar verilemediği takdirde soruşturmanın İstanbul’da zikrolunan Mecliste bir kez daha muhakemesinin yapılması gerekmektedir.

Madde 29:

Şayet Bakanlar kurulundan birisinin yasaklanan maddelerden dolayı soruşturma ve mahkemesinin yapılması gerekirse bu görev Tanzimat Meclisi tarafından yapılacak olup mazbatası Meclis-i Vükela’da (Bakanlar Kurulu) tetkik edildikten sonra padişahın görüş ve onayına sunulacaktır.

Özel Madde

Yukarıda açıklanan muhtelif maddelerdeki mevcut olan ceza hükümleri bu kanunun her yerde ilanı gününden itibaren kaldırılarak bundan sonra işbu kanun hükümleri uygulanacaktır.

3 Şubat 1855

The post OSMANLI’DA RÜŞVET ALMANIN ENGELLENMESİNE DAİR CEZA KANUNNAMESİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/osmanlida-rusvet-almanin-engellenmesine-dair-ceza-kanunnamesi/feed/ 0
REYHANLI AŞİRETİ BOYBEYİ MURSELOĞLU HAYDAR BEY’İN AFFI VE MARAŞ’A İSKANI https://www.hatayinnabzi.com/reyhanli-asireti-boybeyi-murseloglu-haydar-beyin-affi-ve-marasa-iskani/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=reyhanli-asireti-boybeyi-murseloglu-haydar-beyin-affi-ve-marasa-iskani https://www.hatayinnabzi.com/reyhanli-asireti-boybeyi-murseloglu-haydar-beyin-affi-ve-marasa-iskani/#respond Thu, 05 May 2016 11:34:07 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1362 Teşkilatçı bir yapıya sahip olan Maraş Valisi Kalender Paşa, bölgesindeki Türkmen Aşiretlerini kendi aralarında örgütleyerek hem aralarındaki anlaşmazlıkları asgariye indiriyor hem de bölgede kendi gücünü ortaya koyuyordu. Civar bölgenin en geniş ve etkili aşireti olan Reyhanlı aşiretine de kız vererek boybeyiMürseloğlu Haydar Ağa’yı kendisine damat yapmış ve bölgedeki iktidarını güçlendirmişti. Gâvurdağı, coğrafi şartlarının güçlüğü ve …

The post REYHANLI AŞİRETİ BOYBEYİ MURSELOĞLU HAYDAR BEY’İN AFFI VE MARAŞ’A İSKANI first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
Teşkilatçı bir yapıya sahip olan Maraş Valisi Kalender Paşa, bölgesindeki Türkmen Aşiretlerini kendi aralarında örgütleyerek hem aralarındaki anlaşmazlıkları asgariye indiriyor hem de bölgede kendi gücünü ortaya koyuyordu.

Civar bölgenin en geniş ve etkili aşireti olan Reyhanlı aşiretine de kız vererek boybeyiMürseloğlu Haydar Ağa’yı kendisine damat yapmış ve bölgedeki iktidarını güçlendirmişti. Gâvurdağı, coğrafi şartlarının güçlüğü ve şartlarının zorluğundan dolayı bu adı almış olmalı ki oldukça yüksek yerlerinde dahi Türkmen aşiretleri bulunmakta idi. Buradaki aşiret boybeylerine “ağa” denmektedir. Bu coğrafyanın hatırı sayılır aşiretlerinden olan Fettahoğulları, Bulanık kazasının “ayan” ailesi idi. Ayanlık vazifesini de Ağca Bey yapmaktaydı. Ağca Bey kendi bölgesinde sözü dinlenir, hatırı sayılır bir ağadır. GâvurdağınınPayas tarafı ise Halep Eyaleti sınırları içerisinde olup buranın da ayan ailesi Küçükalioğulları’dır. Küçükalioğlu Dede Bey Üzeyr beyi olarak Gâvurdağındaki iktidar mücadelesinde söz sahibidir. Kalender Paşa’nın Türkmen aşiretleri üzerindeki gücü ve etkisi aynı dönem Adana valisi olan Bilanlı Mustafa Paşa ve Halep Valisi Çapanoğlu Celaleddin Paşa’nın hiç hoşuna gitmemektedir. Valiler arasındaki iktidar mücadelesi aşiretler üzerinden devam etmektedir. Adana Gülek boğazından Antakya’ya kadar olan yol güzergahına Osmanlı döneminde Hac yolu veya Payas Caddesi deniyordu. Payas Caddesinin güvenliğinden iki vilayetin de toprak sınırlarında olmasından dolayı hem Adana valisi hem de Halep valisi sorumlu idi. Buralarda eşkıyalık yapan aşiretler kervanlara yaptıkları baskından sonra Gâvurdağına kaçtıkları için buradaki güvenlik meselesi de haliyle Maraş valisi Kalender Paşa’ya kalmaktaydı. 1800 lü yıllarda Küçükalioğlu Dede Bey Üzeyr Sancağı beyidir. Ancak paşa olarak devlet hizmeti görmesi gerektiği ve güvenliği kendisinin sağlaması lazım geldiği halde kurduğu bir ekiple hac ve ticaret kervanlarına baskınlar yapmakta ve mallarını talan etmektedir. Sıkıştığı zaman da Gâvurdağı içlerine kaçmakta, Bulanık ayanı Ağca Bey’e kadar gidip onun yanında ve uhdesinde gizlenmektedir. Yapılan bu eşkıyalık faaliyetleri içine Mürseloğlu Haydar Bey’de bazen kendi adamlarıyla katılarak Dede Bey’e destek vermektedir. Tüm bu olaylar karşısında gerek Adana valisi ve gerekse Halep valisi eşkıyanın peşine düştüklerinde, başı sıkışan eşkıya,Gâvurdağına sığındığından buradaki eşkıyayı yakalama işinin Kalender Paşa’ya ait olması gerekmektedir. Ancak bu iki vali sadarete defalarca yazdıkları şikâyet mektuplarında Kalender Paşa’nın eşkıyaları koruduğunu, onları yakalamadığını ve hatta sakladığını söylemektedirler. Bu iki valiye göre Payas Caddesi ve Gâvurdağı civarı ancak bu şikayet edilen beylerin ortadan kaldırılması ile selamete erecektir. Bu iki valinin girişimleri ile başta Küçükalioğlu Dede Bey, Fettahoğlu Ağca ve Ahmet Bey, Mürseloğlu Haydar Bey ve birçok aşiret boybeylerine idam fermanı çıktı.

Celaleddin Paşa, bir defasında gelen istihbaratlar doğrultusunda ordusunu Haydar Bey’in peşine gönderdi. Mürseloğlu Haydar ve yakın arkadaşı Amooğlu Ömer’in yakalanması için başlatılan takibat sonucunda başları sıkışan grup, Amik Ovasında Reyhanlı aşiretinden yardım alarak Maraş sınırları içine girerek Kalender Paşa’ya sığındılar. Bunun üzerine Celaleddin Paşa’nın askerleri Maraş sınırından içeri giremeyip Halep sınırlarına geri döndü.

Kalender Paşa’nın Haydar Bey ve Amo oğlu Ömer’ikoltuğunun altına alarak sakladığını sadaret’e bildiren Celaleddin Paşa’nın bu serzenişi üzerine bu sefer Mürseloğlu Haydar Bey’i yakalama emri Kalender Paşa’ya verildi. Bu durumu damadına gizlice haber salan Kalender Paşa, Haydar Bey’i Elbistan tarafına göndererek civardaki aşiretlerin arasına saklayıp kurtulmasını sağladı. Celaleddin Paşa yine Haydar Bey’in üzerine gidilmeyip kaçmasına müsaade edildiğini haber alınca bu durumu bir yazı ile sadarete bildirdi. Celaleddin Paşa’ya göre Kalender Paşa’nın bu tutumu ile Maraş bölgesinde asayiş sağlanması mümkün değildir. Kendisinin yakalamaya çalıştığı eşkıya güruhunu Kalender Paşa korumaktadır. Bu ise bölgede iki başlılıkla birlikte bir güvenlik zafiyeti oluşturmaktadır.Gerçekten de Kalender Paşa emri yerine getirmemek için ayak sürümüş ve Haydar Bey’in kaçmasına göz yummuştu.

Halep Valisi Celaleddin Paşa bölgede asayişin temini için kendi ordusuyla hareket halindeydi. GâvurdağınınTiyek mevkiinde eşkıya reislerinden Kasım ve yardımcıları ile çarpışmaya giren Paşa, Kasım ve on üç adamını yakalayarak idam etti. Kesilen başlar Halep valisinin tatarları aracılığı ile Bab-ı Humayunda bulunan İbret taşında sergilenmek üzere İstanbul’a gönderildi. Aynı bölgede yapılan diğer takibatta Mürseloğlu Haydar ve arkadaşları Maraş tarafına kaçarak yine Kalender Paşa’ya sığındılar.

Gelen bir istihbarata göre Haydar Bey’in Elbistan tarafından Malatya tarafına geçerek oradan Fırat nehri civarındaki çöl halkına saldıracağı bilgisi alındı. Celaleddin Paşa’nın askerlerinin takibi sonunda Haydar Bey ve adamları Uryan Ovasından Fırat kıyısına inerek kayıklarla karşı kıyıya geçmek suretiyle yine kurtuldular. İdam fermanı çıkan beylere valilerin adamları tarafından yapılan baskınlar ve takibatlar sonucu halka iyice daralmıştı. Dede Bey Payas’dan kaçarak Ağca Bey’in yanına sığınmış, Ağca Bey de kendisine sığınan beyleri korumak için hâkimiyetinde olduğu Savranlı Kalesi’nde savunma yapmak ve beyleri korumak için cephane ve erzak yığınağı yapmaya başladı. Civar bölgelerden fermanlı beylerin yanında olmak ve onlara destek olmak isteyen aşiret güçleri bölük bölükGâvurdağlarına geliyorlardı. Bu kapsamda Mürseloğlu Haydar Bey’in yeğenleri Ömer ve Battal Beyler de Arap içlerinden, Fırat boylarından yardım ve destek için Fettahoğlunun kalesine geldiler. Hiç beklenmedik bir zamanda Adana valisi Bilanlı Mustafa Paşa’nın kardeşi İsmail Bey bir gece baskını ile kaleye girip Ağca Bey ve 25 adamı ile Dede Bey’i yakalayarak idam etti ve kellelerini İstanbul’a gönderdi. (Ağustos 1817)

Gâvurdağı’ndaki bu idam furyasından kurtulan biri vardı ki o da Kalender Paşa’nın damadı ve Reyhanlı aşireti boybeyiMürselzâde Haydar Bey’idi. Haydar Bey Celaleddin Paşa’nın Halep valiliği döneminde hakkında çıkan idam fermanı üzerine firarenGâvurdağları’nda dolaşmaktaydı. Halep valiliğine Hurşit Ahmet Paşa’nın tayin edilmesinden sonra civarda bulunan aşiretlere yapılan baskılar sonucu Reyhanlı aşireti de nizam altına alınmıştı. Haydar Bey de artık kaçmaktan usanmış, yerleşik bir düzene geçerek hayatını ailesi ile birlikte idame ettirmek istemekteydi. Haydar Bey’in bu kararı almasındaki en büyük etken yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız Gâvurdağındaki o idamlar idi. Haydar Ağa, oldukça yakın görüştüğü ahbapları Fettahoğullarından Ağca ve Ahmet Bey ile bölgenin etkin isimlerinden olan Küçükalioğlu Dede Bey ve adamlarının idamları ile yapayalnız kalmıştı. Hakkındaki idam kararından sonra sürekli kaçak olarak hayatını idame ettiren Haydar Bey’in hanımı Halep valisi Hurşid Ahmet Paşa’ya müracaat ederek “Haydar Ağa’nın bundan böyle namusu ile hiç kimsenin bir şeyine karışmayarak kendi halinde uygun bir yerde affedilerek ikamet etmesini” rica eder. Aynı zaman zarfında Kalender Paşa’da Sadaret’e bir mektup yazarak “Reyhanlı aşireti boybeyi ve aynı zamanda damadım olan Haydar Ağa her ne kadar bu güne kadar bir takım yanlış işler yapmışsa da artık iffet ve namusu ile kendi halinde yaşamak istemektedir. Kızım da Halep valisinden Haydar Ağa’nın affını talep etmiştir. Ben de kayınpederi olarak bundan sonra hükümete karşı en küçük bir yanlış içinde olmayacağını taahhüt ederim. Kendisi de bundan böyle iffet v e namusu ile kendi halinde ikamet edeceğini tarafıma taahhüd eylemiştir. Şayet affınıza mazhar olur ise Maraş yakınlarında Camustilnahiyesine yerleşecektir. Ricamızın kabulünü istirham ederim” diyerek damadı Haydar Bey’in affını talep eder. Bu çerçevede bir yazı da Halep valisi Hurşid Ahmet Paşa tarafından kaleme alınarak Saderet’e af ricasında bulunulmuştur. Yapılan bu ricalar Sadaret’te kabul gördü. Kalender Paşa ve Halep valisinin taahhütleri doğrultusunda devlet aleyhinde hiçbir işte bulunmamak, iffet ve namusu ile bir şeye karışmayarak kendi halinde olmak şartıyla Haydar Bey’in idam kaydı terkin edilerek affedildi ve taahhüt edildiği üzere Camustil’e yerleştirildi. Kalender Paşa böylece bir yolunu bularak damadını idamdan kurtarmış ve Bayezidoğulları’nın malikâne olarak idare ettiği bölgeye iskânını sağlamış oldu.(Ağustos 1818)

The post REYHANLI AŞİRETİ BOYBEYİ MURSELOĞLU HAYDAR BEY’İN AFFI VE MARAŞ’A İSKANI first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/reyhanli-asireti-boybeyi-murseloglu-haydar-beyin-affi-ve-marasa-iskani/feed/ 0
MARAŞ VALİSİ KALENDER PAŞA’NIN ÇİLELİ YOLCULUĞU II (1819–1821) https://www.hatayinnabzi.com/maras-valisi-kalender-pasanin-cileli-yolculugu-ii-1819-1821/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=maras-valisi-kalender-pasanin-cileli-yolculugu-ii-1819-1821 https://www.hatayinnabzi.com/maras-valisi-kalender-pasanin-cileli-yolculugu-ii-1819-1821/#respond Thu, 05 May 2016 11:31:04 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1359 Mehmet. Akif Terzi* mehmetakifbey@gmail.com Kalender Paşa bölge tarihinin kaderini etkileyen en önemli şahsiyetlerden biri olduğu kadar Fettahoğlları ve Küçükali oğullarının tarihteki bu gizem dolu yolcuğunda da birinci derecede rol almış yegâne bir şahsiyettir. Bölgedeki Türkmen aşiretlerine olan yakınlığı ve muhabbeti aslında kendisinin sonunu hazırlayan bir yol haritasını da beraberinde getirmişti. İdam sonrası iki aileden kalanların …

The post MARAŞ VALİSİ KALENDER PAŞA’NIN ÇİLELİ YOLCULUĞU II (1819–1821) first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
Mehmet Akif Terzi - Devlet Bahçeli

Mehmet. Akif Terzi*
mehmetakifbey@gmail.com

Kalender Paşa bölge tarihinin kaderini etkileyen en önemli şahsiyetlerden biri olduğu kadar Fettahoğlları ve Küçükali oğullarının tarihteki bu gizem dolu yolcuğunda da birinci derecede rol almış yegâne bir şahsiyettir.

Bölgedeki Türkmen aşiretlerine olan yakınlığı ve muhabbeti aslında kendisinin sonunu hazırlayan bir yol haritasını da beraberinde getirmişti. İdam sonrası iki aileden kalanların Rodos sürgününü bir şekilde bertaraf eden Paşa, yine aynı kişiler için çıkan idam fermanını da büyük gayretlerle önlemişti. Fakat bölgede güç dengeleri artık değişmiş, Adana ve Halep valilerinin ince siyaseti sonucu yalnız kalmıştı. Artık yanında ne Ağca Bey ne de Küçükali oğlu Dede Bey vardı. İdamlar sonrasında aşiretlerin huzursuzluğunun bir türlü önlenememesi, Dede Bey’in kardeşi Mustafa’nın bir kısım boy beyleriyle olan münasebetleri, damadı Mürseloğlu Haydar, kardeşinin hanımı Kara Fatma’nın faaliyetleri ve kendisinin de Dülkadirlilere verdiği eziyetlerden dolayı sadaret’e sık sık giden şikâyetler artık II. Mahmut un da sabrını taşırmıştır. Açıkçası artık Kalender Paşa padişahın mizacına ve tavrına ters düşmüştür. Bütün bunlar üst üste konduğunda artık Kalender Paşa’nın bu bölgede kalmaması gerekmektedir. Ve sonunda Kalender Paşa’nın Maraş dışına bir yere sürgün edilmesi hakkında ferman yazılır. Vezareti elinden alınan Kalender Paşa 12 Mart 1819 tarihinde Ankara’ya sürgün edilir. Maraş valiliğine ise Silistre valisi iken ora halkına eziyet etmekten dolayı Dimetoka’ya sürgüne gönderilen Mütfizade Hüseyin Paşa vezir rütbesiyle tayin edilir. Bu olayı Cevdet Paşa tarihe şöyle not düşmüştür. Kalender Paşanın etvar ve mişvarı mizac-ı asra muvafık görülmediğinden hilal-i Cemaziyel- ahirede vezareti ref olunarak Ankara’da ikamete memur kılınmıştır”.

Ankara’da ikamete mecbur edilen Kalender Paşa’nın taraftarları padişahın bu kararını kabullenmek istemiyorlardı. Maraş içlerinde ve çevresinde olaylar durulmuyor, hükümet adına görev alan hiç kimse tanınmıyordu. Yeni gelen vali yaptırdığı bir tahkikat neticesinde Ankara’da sürgün olarak kalan eski vali Kalender Paşa’nın Ankara’dan Maraş’ın işlerine karıştığını tespit etmişti. Aşiretler ve Maraş’ın Bayezidli halkı Ankara ile sürekli haberleşmekte idi. Hüseyin Paşa Sadaret’e bir yazı göndererek durumu tüm açıklığı ile anlatmış ve Kalender Paşa’nın daha uzak bir yere sürülmesini rica etmiştir.

Bunun üzerine padişah II. Mahmut gönderdiği ferman ile Kalender Paşa’nın adalardan her hangi birine sürülmesini emretmiştir. Kaderin bir cilvesi olmalı ki Rodos Adasına sürgün olmaktan kurtardığı kimseler yüzünden Kalender Paşa’nın kendisi Rodos’a sürülecektir. Ankara’ya geldikten beş ay sonra ağustos 1819 da ailesi ve kapı halkıyla birlikte Rodos’a gelen Kalender Paşa yaptığı bunca hizmetten sonra kendisine reva görülen bu sürgünden hiç de hoşnut değildir. Kalender Paşa’yı Rodos’a götüren sebep, belki de içinde bulunduğu taassup duygusu idi. Memleketindeki yakınlarına ve aşiret boy beylerine karşı duygusal yaklaşımı, onların tavır ve tutumları karşısında devletin kudretini ortaya koyamaması bu sonu hazırlamıştı. Kalender Paşa memleketinde valilik yapmanın zorluklarını omuzlarında taşımaktaydı. Kendi yakınlarının bulunduğu bir yerde adaletli olmak ve devletin gücünü temsil etmek belki de ateşten bir gömlek giymekti ki paşayı yakan da o ateşti. Kalender Paşa Maraş gibi denizden yüksek, havası kuru ve dağlık bir ortamdan rutubetin bol olduğu deniz havasından dolayı Rodos’a bir türlü alışamaz ve sürekli hastalanır. İçinde bulunduğu şartları bir yazı ile Sadaret’e bildiren Paşa, durumumun padişaha iletilmesi üzerine Rodos Adasına geldikten yaklaşık altı ay sonra aynı şartlarla İzmir’e ikamete mecbur edilir. İzmir’de münasip bir konağa yerleştirilen Paşa’ya bin kuruş da maaş bağlanır. Kuşadası mubayaacısı Mustafa Ağa’nın Sadaret’e yolladığı bir raporda Sisam muhafızı İlyas-zade Ahmet Ağa’nın işini iyi yapamadığı, sahillerin muhafazası eğer İzmir’de ikamet eden Kalender Paşa’ya verilirse buraların daha da güvenli olacağı belirtilmektedir. Mustafa Ağa’nın yaptığı bu teklif Sadaret tarafından da uygun bulunur. Bunun üzerine Kalender Paşa yüz elli bin kuruş maaşla ve daha önce elinden alınan vezareti de tekrar uhdesine verilerek Kuşadası Muhafızı olarak tayin edilir. İzmir’de kaldığı müddetçe haremi ve kapı halkıyla birlikte sevgi ve saygı duyulan Kalender Paşa yeni maceralara doğru yelken açmak üzere Kuşadası’na doğru yola çıkar. İzmir halkının Kalender Paşa’nın haremi ve kapı halkından oldukça memnun olduğunu İzmir Kadısı Ahmet Lütfi Efendi’nin İstanbul’a gönderdiği bir rapordan anlamaktayız. Kadı Efendi’nin bu yazısı belki de Kalender Paşa’nın hükümet nezdinde azalan itibarının tazelenmesi anlamına da gelmekteydi. Oldukça sevinçli görünen Paşa, kendisine tekrar verilen vezirlik rütbesiyle birlikte yeni görevi için Sadaret’e bir teşekkür mektubu yollamayı ihmal etmeyecektir.

İzmir’den toparlanıp Kuşadası’na gelen Paşa, burada münasip bir konağa yerleşerek 27 Eylül 1820 tarihinde görevi teslim alarak muhafaza işlerine başladığını bir yazı ile Sadaret’e bildirir. Kalender Paşa hemen civar bölgelerdeki asayişsizliği ortadan kaldırarak güvenliği sağlama yönünde çalışmalara başlamıştır. Bu arada Girit de isyanlar çıkmış ve Hanya da şiddetli çarpışmalar olmaktadır. Hanya muhafızı Lütfullah Paşa’nın buradaki huzursuzluğu bastıramaması ve bir kısım uygunsuzluğu üzerine, Kalender Paşa Hanya muhafızlığına tayin edilir. Paşa bu aralar hastadır ve sağlığı bu yer değişikliğine elverişli değildir. Yorgun beden artık bu yükü kaldıramayacak haldedir.

Hanya muhafızlığına tayini çıktığı halde görev yerine gidemeyen Kalender Paşa 28 Kasım 1821 de Kuşadası’nda vefat eder. Bir buçuk yıllık sürgün hayatı ve yaklaşık 14 aylık Kuşadası Muhafızlığı görevinden sonra Paşa artık ebedi istirahatgahına kavuşmuştur. Devlette usul gereği ölen vezirlerin mallarına devlet tarafından el konularak hazineye kayd edilmektedir. Kalender Paşa’nın Maraş’ta külliyetli miktarda malı vardır. Kuşadası ve Maraş’daki muhallefatının sayım ve deftere kaydı için Kapıcıbaşı Mehmet Ağa görevlendirilir.

Devlette devamlılık esastır. Yönetici gider, ama kurumlar bakidir. Kalender Paşa’dan boşalan yere hemen Mustafa Reşit Paşa tayin edilir. Kalender Paşa’nın Kuşadası’ndaki ailesinin hali pek de iç açıcı değildir. Belki de zamansız gelen ölüm onları hiç beklemedikleri bir durumla karşı karşıya bırakmıştır. Kalender Paşa’nın haremi Reşit Paşa’ya müracaat ederek içinde bulundukları durumun hiç iyi olmadığını ve bu konuda kendilerine yardımcı olunmasını rica etmiştir. Reşit Paşa, Kalender Paşa’nın kapı halkını ve askerlerini ortada bırakmayarak sahiplenmiş ve yanında görevlendirerek bir ahde vefa örneği göstermiştir. Hükümete de merhum Paşanın hareminin hallerinin çok kötü olduğunu ve merhamete muhtaç bir halde bulunduklarını, İstanbul’a mı yoksa vatanları olan Maraş’a mı gönderilmesi hususunda bir emir gönderilmesini rica eder. Reşit Paşa, Kalender Paşa’nın haremini, gelecek olan emir sonrasında İstanbul’a ya da memleketleri olan Maraş’a göndermek için gerekli hazırlıkları yapmaktadır. Mustafa Reşit Paşa’nın yazısı bâb-ı âli şura toplantısında ele alınmış, Kalender Paşa’nın hareminin acil ihtiyaçları için on bin kuruş verilmesine ve vatanları olan Maraş’a yollanmasına karar verilmiştir. Böylece Kalender Paşa’nın ölümünden dört ay sonra haremi için Maraş’a dönme kararı verilmiştir.

Bölge tarihi bakımından oldukça önemli olan bu bilgiler Kalender Paşa hakkında bundan önce yapılan yanlışların düzeltilmesi için bir fırsat olmalıdır.

Bilgi paylaşıldıkça güzeldir.

Belge: Kalender Paşa’nın Kuşadası’nda vefatı.

The post MARAŞ VALİSİ KALENDER PAŞA’NIN ÇİLELİ YOLCULUĞU II (1819–1821) first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/maras-valisi-kalender-pasanin-cileli-yolculugu-ii-1819-1821/feed/ 0
1. BÖLÜM MARAŞ VALİSİ KALENDER PAŞA (1800–1819) https://www.hatayinnabzi.com/1-bolum-maras-valisi-kalender-pasa-1800-1819/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=1-bolum-maras-valisi-kalender-pasa-1800-1819 https://www.hatayinnabzi.com/1-bolum-maras-valisi-kalender-pasa-1800-1819/#respond Thu, 05 May 2016 11:25:40 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1353 Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafıza kaybı yaşayan milletler önce köle, daha sonra da yok olmaya mahkûmdurlar. Tarih, bizleri geçmişimizle tanıştırır, bu güne kadar belki de doğru olarak bildiğimiz birçok şeyin yeniden değerlendirilmesine fırsat verir. Tarihin belgelerle tespiti bir bakıma tabiri caizse ezber bozar. Belgelerle ortaya konan tarih, kimsenin inkâr edemeyeceği sonuçları ortaya koyduğu gibi hem iç …

The post 1. BÖLÜM MARAŞ VALİSİ KALENDER PAŞA (1800–1819) first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
Mehmet Akif Terzi

Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafıza kaybı yaşayan milletler önce köle, daha sonra da yok olmaya mahkûmdurlar. Tarih, bizleri geçmişimizle tanıştırır, bu güne kadar belki de doğru olarak bildiğimiz birçok şeyin yeniden değerlendirilmesine fırsat verir.

Tarihin belgelerle tespiti bir bakıma tabiri caizse ezber bozar. Belgelerle ortaya konan tarih, kimsenin inkâr edemeyeceği sonuçları ortaya koyduğu gibi hem iç dünyamızda saklı kalan derin şüphelerin izalesini hem de geçmişimizle yüzleşmenin sonsuz hazzını yaşatır bizlere. Tarih ilmi içerisinde son dönemde yavaş yavaş yıldızı parlayan bölge tarihçiliği ise yaşadığımız coğrafya içinde geçmişteki ayak izlerimizin ortaya çıkması bakımından son derece önemlidir. Bu minvalden olmak üzere Osmanlı tarihi içerisinde önemli bir yere sahip olan ve Maraş’ta idarecilik yapmış büyük bir paşayı arşiv vesikalarının önderliğinde okuyucularla iki bölüm halinde paylaşacağız.

 

Kalender Bey tarih sayfalarında ilk kez Akka Kalesi önündeki kahramanlığı ile ortaya çıkmıştır. Avusturya ve Rusya ile uzun süren savaştan sonra yapılan anlaşmalarla barış dönemine giren Osmanlı bu sefer de Fransızların Mısır’ı işgal etmesiyle yeni bir sıkıntıya girmişti. Zaten ülke içindeki karışıklıklarla başı dertte olan Osmanlı Devleti Fransızların yaptığı bu işgalle tekrar savaş konumuna geçmişti. Büyük devlet olmak kolay değildi. Kendi toprakları işgal edilen bir devlet ne yapması gerekiyorsa Osmanlı da onu yapmış ve Fransızı oradan kovmak için sefer düzenlemeye karar vermişti. Bütün valilere yazılan fermanlarla orduya askerleriyle katılma emri verilmişti. Maraş valisi İsmail Paşa da Maraş bölgesindeki askerleri ile Akka’daki Osmanlı ordusuna katılmak üzere yola çıkmıştı. Maraş bölgesinden sefere katılan askerler içinde Kalender Bey de kendi birliği ile savaş meydanına gitmişti. Fransız ordusunun başında Napolyon Bonapart Akka taraflarına ilerlemeye başlamıştı. Akka kalesi civarında şiddetli çarpışmalar başlamıştı. Savaş esnasında Maraş valisi İsmail Paşa, korkaklık ve sebatsızlığından dolayı komuta ettiği askerlerin iki defa mağlup olmasına sebep olmuş ve oldukça fazla şehit vermişti. Bu mağlubiyetinden sonra Adana valisi Şerif Paşa ve Rakka valisi Hüseyin Paşa ile birlikte askerin ihtiyacını karşılamak üzere hazineden kendisine teslim edilen parayı da olarak savaş bölgesinden kaçmışlardı. Bunun üzerine Sadrazam Yusuf Paşa kaçan bu komutanlar için idam fermanı çıkartmış, yakalandığı yerde kellelerinin kesilerek ibret-i âlem olsun diye savaş meydanına, askerlerin önüne getirilmesini emretmişti. (Ağustos 1800) Bu dönemde hiçbir mansıp (rütbe) talep etmeden Sefer-i Hümayun’a katılarak kahramanca savaşan Kalender Bey’in bu cesur tavrı ve Akka Kalesi önündeki mücadelesi Sadrazam Yusuf Paşa’nın gözünden kaçmaz. Osmanlı ordusunun bu büyük mücadelesi sonucunda Fransızlar 1801 yılında Mısır’ı terk etmek zorunda kalırlar.

Akka Kalesi önündeki kahramanca mücadelesinden dolayı Kalender Bey 1801 Temmuzunda İstanbul’a padişah III. Selim’in huzuruna davet edilir. Huzurda Mir-i Miran rütbesi ile taltif edilerek yapılan törende Paşalık hil‛ati giydirilir. Hil‛at olarak giydirilen elbise, sarı çuka kaplı erkek samurun sırtından yapılmış çok değerli bir kürk olup 700 kuruş değerinde bir kıyafettir.

Temmuz 1801 yılında yapılan bu tören Kalender Paşa’nın idarecilik hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Bu başarıdan sonra Kalender Paşa’ya Maraş valiliği yolu açılmıştır. Haziran 1802 tarihi itibariyle Maraş Sancağı Kalender Paşa’ya tevcih kılınmıştır. Kalender Paşa artık Maraş valisidir. Bundan böyle kendisini oldukça meşakkatli bir görev beklemektedir. Aynı zamanda Antep voyvodalığı görevi de yine Kalender Paşa’ya verilmiştir. Maraş Sancağı bölge itibariyle Türkmen aşiretlerinin oldukça yoğun olduğu bir bölgedir. Üstelik konar-göçer aşiretlerin yaylak ve kışlaklarına giderken ihtiyaçlarını gördüğü bir ticaret merkezi durumundadır. Aynı zamanda Gâvurdağı gibi bir bölgenin de valisi olan Kalender Paşa’nın buradaki eşkıya faaliyetlerini de kontrol altına alması gerekmektedir. Öteden beri Maraş’ta Dulkadirli ve Bayezidli olmak üzere iki büyük hanedan ailesi yaşamaktadır. Bu iki aile arasında sürekli bir gerginlik vardır. Bu kutuplaşma Maraş’ın kazalarına bile yansımaktadır. Bu konuyu en çarpıcı şekilde Cevdet Paşa Tezakir adlı eserinde ortaya koymuştur. “Maraş Sancağında Zülkadriye’li ve Bâyezid’li deyu ahali ikiye münkasim olarak ara sıra beynlerinde mukâteleler vukua gelirdi. Çünkü Zülkadriye memâliki zapt olundukta taraf-ı Devlet-i Aliye’den Bâyezid Bey namında biri Maraş Beyi nasb olunmuş olduğundan ona taraftar olanlara Bâyezid’li, eski beylere ve ağalara da Zülkadriye’li denilmiş idi. Maraş kasabasında iki takımın kahvehaneleri bile başka başka olup bir taraf diğer tarafın kahvehanelerine gitmez idi. Maraş’a bağlı nahiyelerde dahî bu keyfiyet cârî idi. Mesela Bulanık kazası iki nahiyeye ayrılmış olarak biri Bâyezid’li, diğeri ise Zülkadriye’li idi…

Kalender Paşa için en zor görev Bulanık ayanı Fettah oğlu Ağca Bey ve arkadaşlarının idam edilerek başlarının İstanbul’a yollanması meselesidir. Paşa için bu görevi yerine getirmek mümkün değildir. Maraş halkı iki hanedan ailesi tarafından ikiye bölündüğü gibi kazalar ve nahiyeler de ikiye bölünmüş durumda idi. Bulanık kazası da Bayezidliler tarafında idi. Aynı zamanda Ağca Bey bir Türkmen Bey’idir. Kalender Paşa Gâvurdağı aşiretleri ile oldukça sıkı bir dostluğa sahiptir. Paşa, her ne kadar Ağca Bey ve arkadaşlarını yakalayamasa da Antep’te bozgunculuk yapan Çavuşlu Musli ve beş adamını yakalayarak idam etmiş, başlarını kestirerek kellelerini Topkapı Sarayındaki ibret taşına konması için tatarları vasıtası ile İstanbul’a göndererek Sadaret’in bir ölçüde gazabını önlemişti. 1806 yılında Trablusgarp’a vali olarak tayin olan Kalender Paşa burada “Cerde Başbuğu” unvanıyla görev yaptı. Osmanlılar zamanında Müslümanların güven içinde hacca gidip gelmelerini sağlamak maksadıyla kurulan hafif süvari birliğine Cerde denmektedir. Bu askerleri komuta eden kimseye de Cerde Başbuğu unvanı verilmektedir. Cerde ordusu 1500 süvari askerden oluşmaktadır. Bu birlik Zilkade ve Zilhicce aylarında Arabistan da bulunurdu. Buradaki görev süresinden sonra tekrar Maraş valiliğine tayin olan paşa burada da fazla kalmadı. Diyarbakır Valisi Süleyman Paşa’nın ölümünden sonra Diyarbakır Voyvodalığı da Kalender Paşa’ya ihale edildi.

Balkanlarda bir süredir devam eden problemler sonucu 1806 yılında Osmanlı-Rus savaşı tekrar başlamıştı. Sefer-i Hümayun için valilere yapılan çağrı neticesinde Kalender Paşa da yapılan çağrıya uyarak ordusuyla birlikte Osmanlı-Rus savaşına katılmak üzere Balkanlar’a hareket etmiştir. (1810) Balkanlar’a savaşa giden Kalender Paşa 1812 yılında Tuna boylarında Rus ordusuna esir düştü. Aynı yıl savaş sona ermiş, Bükreş anlaşmasıyla Sırplar’a özerklik verilmiştir. Paşa’nın esaret dönemi boyunca 20 kişilik haremi (ailesi ve hizmetçileri) Edirne de ikamet etmişler, bu süre zarfında bütün aile efradının ihtiyaçları ile birlikte hayvanlarının yiyeceklerine kadar her şey devlet hazinesi tarafından karşılanmıştır. Savaş sonrası esaretten kurtulan Kalender Paşa Tuna’dan İstanbul’a geldi. İstanbul’da adamları ve yakınları için Bayezid Camii civarındaki hanlardan odalar ile atlar için ahır kiralanması emri üzerine ihtiyaç olunan mekânlar kiralanarak Paşa’nın hizmetine verildi. İstanbul’da kaldıkları 23 gün içinde masraf olarak çıkan 175 kuruş para da hazinenin kasasından ödendi. Kendisi ve haremi için ise boğazda Baba Yalısı civarındaki sıra yalılardan biri olan Yusuf Agâh Efendi Yalısı emrine verilmek suretiyle taltif edilerek bir müddet burada istirahatları sağlandı.

Balkanlardaki maceralı bir dönemden sonra tekrar Maraş valiliği görevine dönen Kalender Paşa yine bölgenin ağır yükü ile baş başa kalmış, türlü entrika ve siyaset dolu günlerin kapılarını aralamıştır. Bizde yine paşayı tarih sayfalarından takip etmeye devam edelim. Teşkilatçı bir yapıya sahip olan Kalender Paşa, bölgesindeki Türkmen Aşiretlerini kendi aralarında örgütleyerek hem aralarındaki anlaşmazlıkları asgariye indirmiş hem de bölgede kendi gücünü ortaya koymuştur. Civar bölgelerin en geniş ve etkili aşireti olan Reyhanlı aşiretine kız vermiş ve boy beyi Mursaloğlu Haydar’ı kendisine damat yapmıştır. Aynı zamanda Maraş müftüsü Ataullah Efendi de bir başka damadıdır. Bölgedeki aşiretlerin tek kelimeyle hamisi durumundadır. Dönemin Halep valisi olan Mehmet Celaleddin Paşa ile hiçbir zaman yıldızı barışmayan Kalender Paşa her platformda Celaleddin Paşa ile karşı karşıya gelmektedir. Bulanık ayanı Ağca Bey ve arkadaşlarının idam işi Halep valisinin baskıları sonucu tekrar Kalender Paşa’ya verilir. Kalender Paşa’nın damadı Mursaloğlu Haydar Bey de fermanlı bir eşkıyadır. Bunun yakalanması işi de yine Kalender Paşa’ya verilmiştir. Ancak Kalender Paşa bu beylerin idamlarından yana değildir ve bu işi durmadan savsaklamaktadır. Bu arada İstanbul’da II. Mahmut tahta çıkmış ve yeni bir dönem başlamıştır. Paşa’nın bu tavrı Celaleddin paşa tarafından sürekli olarak Sadaret’e şikâyet konusu olunca II. Mahmud’un emri üzerine Sadrazam Hurşit Paşa tarafından bir tahkikat yaptırılır. Yapılan tahkikat sonucunda Maraş valisi Kalender Paşa’nın Bulanık ayanı Fettahoğlu Ağca Bey ve kardeşini ve Reyhanlı aşireti boy beyi Mursaloğlu Haydar’ı yakalamak için ciddi bir teşebbüste bulunmadığı, üstüne üstlük bir de koruduğu ve saklanmalarına yardım ettiği anlaşılır. Muhtemelen bu gerekçeler ve Celalettin Paşanın da gayretleriyle Kalender Paşa Maraş valiliğinden alınarak 1815 tarihinde Aksaray valiliğine tayin edilmiştir. Ancak yaptığımız arşiv araştırmalarında Kalender Paşa’nın Aksaray’a gittiğine dair her hangi bir kayda rastlayamadık. 1815 yılındaki belgelerde Kalender Paşa’yı Diyarbakır ve Rakka valisi olarak görmekteyiz. (Muhtemelen Aksaray görevine gitmezden evvel Diyarbakır valiliğinin boşalması üzerine bölgeyi de bilmesinden dolayı Kalender Paşa Diyarbakır Valisi olarak tayin edilmiştir.) Kalender Paşa’nın görevden alınmasıyla vali olarak Celaleddin Paşa Maraş’a tayin olunmuştu. Maraş ve çevresinde bilhassa Bayezidoğulları’nın hüküm sürdüğü yer olan Yenicekale, Camustil ve Andırın civarında Kalender Paşa’ya olan husumetinden dolayı Celaleddin Paşa’nın yaptığı eziyetler dayanılmaz hal almıştı. Maraş ahalisinin Celalettin Paşa hakkındaki ısrarlı şikâyetleri sonucu Celalettin Paşa Halep ve Maraş valiliğinden alınarak Erzurum valiliğine gönderilmiş, Kalender Paşa ise Rakka’dan tekrar Maraş’a vali olarak tayin edilmiştir. Ancak Gâvurdağı’ndaki malum beylerin yakalanarak idam edilmesi görevi tekrar Kalender Paşa’yı beklemektedir. Aynı görev tekrar yeni bir emirle Kalender Paşa’ya tevcih edilir. Yine ayak sürüyerek bu işi ağırdan alan Kalender Paşa’nın yerine Adana valisi Mustafa Paşa’nın kardeşi İsmail Bey Ağustos 1817 yılında Gâvurdağı’ndaki Savranlı Kalesi’ne sabaha karşı bir baskın yaparak Fettahoğlu Ağca Bey’i, kardeşi Ahmet Bey’i ve Payas ayanı Küçükalioğlu Dede Bey’i yakalayarak adamlarıyla birlikte idam eder. Kesilen başlarını Topkapı Sarayında ibret taşına konmak üzere İstanbul’a gönderir. İdamdan geriye kalanların Rodos Adası’na sürülmesi emredilmişse de Kalender Paşa yaptığı görüşmeler sonucu bu sürgünü önler. Sürgün kararından sonra kalanların bölgeyi karıştıracağı ve tekrar başıbozukluğun artacağı endişesi üzerine II. Mahmud hepsinin idamı edilmesini emreder. Kalender Paşa yine yaptığı ustaca diplomasi ile bu işi de engelleyerek kalanların Maraş’a yerleşmesini sağlar. Ancak paşa, Gâvurdağları’ndaki bu eli kolu bağlı tutumu yüzünden şimşekleri üzerine çekmiş ve kendi sonunu hazırlamıştır. Bir türlü idamlarına razı olmadığı Türkmen Beyleri yüzünden daha önce Aksaray ve Rakka’ya tayin olunan paşa, bu sefer elindeki tüm yetkiler alınarak 12 Mart 1819 tarihinde Ankara’ya sürgün edilir. Artık bu tarihten sonra Kalender Paşa’yı çileli bir yolculuk beklemektedir. Bu tarih aynı zamanda Kalender Paşa’nın Maraş’tan ayrılarak bir daha dönemeyeceği bir tarihtir.[1]

Yukarıdaki belge: Kalender Paşa’ya Akka Savaşındaki kahramanlığı sonucunda Mir-i Miran rütbesi verilerek Vezirlik Hil’ati giydirilmesi.

 


[1] Yukarıdaki olayların geniş anlatımı “Gavurdağı’nın Bulanık Tarihindeki Sır Perdesi” adlı kitapta yer almaktadır.

The post 1. BÖLÜM MARAŞ VALİSİ KALENDER PAŞA (1800–1819) first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/1-bolum-maras-valisi-kalender-pasa-1800-1819/feed/ 0
ABDULFETTAHOĞLU CAMİİ https://www.hatayinnabzi.com/abdulfettahoglu-camii/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=abdulfettahoglu-camii https://www.hatayinnabzi.com/abdulfettahoglu-camii/#respond Thu, 05 May 2016 11:19:35 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1347 Tarih ilminin bir görevi de geçmişten geleceğe bir köprü oluşturmaktır. Tarih bir milletin hafızasıdır. Geçmişimizden gelen birikimimizi geleceğimize doğru bir şekilde aktaramazsak gelecek kaygısından hiçbir zaman kurtulmak mümkün değildir. Bölgelerin de bir tarihi geçmişi ve bu geçmişle birlikte kendisine yüklenen bir takım değerleri vardır. Bölgesinde yetişen mümtaz şahsiyetler, toprağında barındırdığı eserler ve geçmiş zamanda yaşanan …

The post ABDULFETTAHOĞLU CAMİİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
ABDULFETTAHOĞLU CAMİİ

Tarih ilminin bir görevi de geçmişten geleceğe bir köprü oluşturmaktır. Tarih bir milletin hafızasıdır.

Geçmişimizden gelen birikimimizi geleceğimize doğru bir şekilde aktaramazsak gelecek kaygısından hiçbir zaman kurtulmak mümkün değildir. Bölgelerin de bir tarihi geçmişi ve bu geçmişle birlikte kendisine yüklenen bir takım değerleri vardır. Bölgesinde yetişen mümtaz şahsiyetler, toprağında barındırdığı eserler ve geçmiş zamanda yaşanan olaylar vs o bölgenin tarihi dokusu ile doğrudan ilişkili bilgilerdir. Bu minvalden olmak üzere Düziçi’nin sosyal tarihinde önemli yeri olan bir eserden bahsedeceğiz.

 

Osmaniye’nin Haruniye köyünde 1912 tarihinde Fettahoğulları ailesinden Abdüfettahoğlu Hacı Halil Bey bir cami yaptırmış ve yaptırdığı camii’nin giderleri için bir de vakıf kurmuştur. Kurduğu vakfın vakfiyesine göre; 25.02.1912 tarihinde, Haruniye Köyü’nde kendi tasarrufunda olan, doğusunda yol, batısında Hacı Halil Bey’in dükkânı, güneyinde yol ve kuzeyinde Süleyman Bey’in tarlası ile sınırlı ve 1250 kuruş değerindeki fırını ile doğusunda yol, batısında Gökgözler tarlası, güneyinde kaya, kuzeyinde de Tuzcu hanesiyle sınırlı ve 2500 kuruş değerindeki bir evi ve üç dükkânını vakfetmiştir. Vakfın kuruluşu sırasında toplam 1500 kuruş tutan yıllık kira gelirleri camide görevli olan imam ve hatibe eşit olarak verilmesi şart koşulmuştur[1] Şu anda Düziçi Merkez Camii olarak hizmet vermeye devam eden bu cami vakfının bahsedilen emvali ne durumdadır o konuda bir malumat sahibi değilim. Ancak bu mekânın banisine izafeten tarihe saygı gereği yapanın adının yaşatılması bakımından adının ya banisinin aile adı olan Fettahoğlu Camiiolarak ya da banisinin kendi ismine izafeten Fettahoğlu Hacı Halil Bey Camii olarak değiştirilmesi bölge idarecileri için vicdani bir borç olarak değerlendirilmesi gerekmektedir[2].

 


* Başbakanlık Osmanlı Arşiv Uzmanı.

[1] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 1912,MA. 604/135

[2] Mehmet Akif Terzi, “Gavurdağı’nın Bulanık Tarihindeki Sır Perdesi”, Doğukütüphanesi yayınları, İstanbul,2010, s.198

The post ABDULFETTAHOĞLU CAMİİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/abdulfettahoglu-camii/feed/ 0
TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİ https://www.hatayinnabzi.com/turklerde-devlet-kavraminin-temel-ilkeleri/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=turklerde-devlet-kavraminin-temel-ilkeleri https://www.hatayinnabzi.com/turklerde-devlet-kavraminin-temel-ilkeleri/#respond Thu, 05 May 2016 11:17:26 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1343 Devlet, bir hükümet idaresinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluğun adıdır. Devleti millet kurar,ancakher millet devlet kuramaz. Tarihte hiç devlet kurmamış birçok millet bulunmaktadır.Devlet tanımı ile ilgili bu bilgileri verdikten sonra Türk Milletinin devlet olgusunu şöyle ifade etmek gerekir: Avrasya coğrafyasında 5000 yıllık bir tarihî süreçten yoğrularak gelen Türk Milleti tarih sahnesine çıktığı günden itibaren kendi kurdukları devlet …

The post TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİDevlet, bir hükümet idaresinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluğun adıdır. Devleti millet kurar,ancakher millet devlet kuramaz. Tarihte hiç devlet kurmamış birçok millet bulunmaktadır.Devlet tanımı ile ilgili bu bilgileri verdikten sonra Türk Milletinin devlet olgusunu şöyle ifade etmek gerekir: Avrasya coğrafyasında 5000 yıllık bir tarihî süreçten yoğrularak gelen Türk Milleti tarih sahnesine çıktığı günden itibaren kendi kurdukları devlet çatısı altında yaşamışlardır. Türk milletinin devlet kurma tecrübesi tarihin ilk dönemlerinden başlamıştır. Tarih boyunca elde ettiği bu tecrübeyi günümüze kadar aralıksız taşımıştır.

Türkler tarih sahnesinde ilk olarak Orta Asya bozkırlarında göründüler. İktisadi uğraşları hayvancılık olan ilk Türkler için Orta Asya, otlak ve su bakımından pek cömert değildi. Hayat şartları iyi, rahat ve huzurlu mekân arayışında olan Türkler tabiat şartlarından kaynaklanan olumsuzluklar ve düşmanlarıyla yaptıkları mücadeleler sonucu sık sık bulundukları yerlerden göç etmek zorunda kalıyorlardı. Bu hareketlilikleri güçlü bir dayanışma mekanizmasının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Asya’danAvrupa’ya ve oradan da Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanmaları, teşkilatlı ve dinamik yapıları sayesindedir. Her Türk kendi dünyasında coğrafi zorluklara direnebilecek, düşmanlarıyla savaşabilecek ve yönetimine bağlı bir disiplin içinde kendini geliştirebilecek bir dayanışma duygusu içinde olmuştur[1]. İşte bu düşünce sistemi devlet ve yönetim fikirlerinin de temelini teşkil etmiştir. Bozkırda bu şartlar altında şekillenen yönetim tarzı zamanla siyasi birliğe dönüşmüş ve devlet kurmaya kadar ilerlemiştir[2]. Bu da Türkleri teşkilatçılıkta ve devlet kurmada en yetenekli millet yapmıştır.

Türk milleti, devlet organizasyonunu Baba, yaşadığı coğrafyayı ise Ana olarak görmektedir. Devlet tektir;toprak, anadır. Toprak verimin ve doğurganlığın sembolü olarak kabul edilir. Toprak ananın konum ve boyutları değişebilir; ancak, devlet her zaman tektir, babadır ve herkes ona tabidir[3]. Eski Türklerde siyasi otorite “kut” tabiri ile ifade edilmektedir[4]. Türklere göre Kut, Allah tarafından verilip alınır[5]. Kut’un mahiyeti Kutadgu Bilig’de şöyle tarif edilmektedir: Kut’un tabiatı hizmet, şiarı adalettir… Fazilet ve kısmet kut’tan doğar… Ey hükümdar sana Tanrı kut verdi… Beyliğe (hükümdarlığa) yol ondan geçer… Her şey kut’un eli altındadır, bütün istekler onun vasıtasıyla gerçekleşir… Tanrı kimi iktidar yaparsa o her iki dünyada mesut olur. “Bu beylik makamına sen kendi gücün ve isteğinle gelmedin, onu sana Tanrı verdi.” “Beyler hâkimiyetlerini Tanrıdan alırlar[6]”. Kut düşüncesi İslamiyet sonrası kurulan Türk devletlerinde küçükdeğişikliklerle devam etmiştir. Örnek olarak Osmanlı Devleti’nde Padişah “zillullahi fil âlem”, yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.

Türklerde Devlet Yönetimi Anlayışı

EskiTürklerdedevletinbaşında hakan ya da kağan bulunurdu. Hakan, devleti yönetme yetkisini biraz önce de söylediğimiz gibi Tanrıdan almıştır. Tanrı, kendisine bu yetkiyi en iyişekildekullanması, halkıen iyişekilde yönetmesişartıylavermiştir. Dünyanın değişik yerlerine dağılan Türkler çoğu kez azınlıkta olmalarına rağmen hükmedenler olabilmişlerdir. Hükmetme kabiliyetini, tutsaklıktan nefret eden Türk insanının özgürlüğe olan tutkusunun doğal bir sonucu olarak görmek gerekir[7]. Bunun yanı sıra savaşçı bir ruh taşımaları ve törelerinden gelen bir takım meziyetler de hükmetme duygusunu güçlendirmektedir. Türklerin kurmuş olduğu en büyük devletlerden biri olan Göktürklerden bu yana tüm hakanlar cihana hâkim olmaya çalışmışlardır. Oğuz Han altı oğlu ile birlikte dünyanın büyük bir bölümünü fethedince, büyük bir kurultay düzenlemiş ve çok çalıştığını, dünyayı fethettiğini böylece Tanrıya karşı borcunu ödediğini belirtmiştir[8].

Türk kağanının, Tük topluluklarını bir devlet çatısı altında toplamak, düzeni sağlamak, akın ve savaşlarda zafere ulaşmak ve özgürlüğü korumak gibi devlet ve toplum hayatında son derece önemli ve büyük işleri başarmak için cesur ve kahraman bir yapıya sahip olması gerekiyordu. Bunun yanında bilge ve erdemli bir kişiliğe sahip olmalıydı. Bu iki kavram en az Türklük kadar eskidir. Bu kavramlar yüksek ahlaki değerlerin ve üstün özelliklerin toplamını ifade eder. Hükümdar, hem devlet örgütünün başı hem de toplumun lideri konumundadır. Bu yüzden her emri kanun etkisindedir. Devletin her bölümündeki görevliler ve halk bu emirlere uymak zorundadır. Diğer yandan Türk hükümdarı en büyük yargıç durumundadır. Hükümdarlar bu niteliği ile yüksek mahkemeye başkanlık yapmışlardır[9]. Türklerde devlet yönetimi anlayışı şu üç temel ilke çerçevesinde şekillenmiştir:

a. Adalet ve Hukuk

Gerektöresi, gerekteşkilat yapısıyla birmodelortayakoyan Türk devlet sistemi bir takım ilkeler üzerine bina edilmiştir. Bu ilkelerin başında adalet ve hukukun üstünlüğü gelmektedir. Türk devlet düzeninin temelinde adalet yatar. Adaletin esasını da kanunlar oluşturmaktadır. Bu kanunlar Türk inancına ve Türk töresine dayanmaktadır. Kanunlar hükümdar da dâhil olmak üzere hiç kimseye imtiyaz tanımaz. Ortaya konan düzen, top­lum ile idareci arasındaki ahengi oluşturur. Eski Türklerde yöneten ile yönetilen arasındaki uyuma “tüz” (düz olmak) denmiştir. Kutadgu Bilig’de devletin temelini adaletin teşkil ettiği şöyle anlatılmıştır: Bir gün hükümdar üçayağı birbirine bağlanmış gümüş bir taht üzerine oturmuştur. Elinde büyük bir bıçak tutmaktadır. Solunda acı bir ot, sağında ise şeker bulunmaktadır. Veziri tüm bunların sebebini kendisine sorduğunda ona şu cevabı verir: İşte bak ben adalet ve kanunun temsilcisiyim. Dikkat et, bunlar kanunun vasıflarıdır. Bu üzerinde Oturduğum tahtın üç ayağı vardır. Üç ayak üzerinde hiçbir şey bir tarafa meyil etmez. Her üçü düz durdukça taht sallanmaz. Eğer üçayaktan birisi yan yatarsa diğer ikisi de kayar ve üzerine oturan yuvarlanır. Bak, benim tabiatım da yana yatmaz, doğrudur. Eğer doğru eğilirse kıyamet kopar. Ben işleri doğruluk ile hallederim, insanları bey veya kul diye ayırmam. Elimdeki bu bıçak biçen ve kesen bir alettir. Ben bıçak gibi keser atarım. Hak arayan kişinin işini uzatmam. Şeker, zulme uğrayarak benim karşı­ma gelen ve adaleti bende bulan kişi içindir. O insan benden şeker gibi tatlı ayrılır. Acı ot ise zorbalar ve doğruluktan kaçan kimseler içindir. Bunlar kavga edip bana gelen ve verdiğim hükümden dolayı Hint ilacı içmiş gibi yüzlerini ekşitirler. Benim bu asık suratlılığım, sertliğim bana gelen zalimler içindir. İster oğlum, ister yakınım veya hısımım olsun, kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir. Hüküm verirken hiç biri beni farklı bulamaz. Beyliğimin temeli de doğruluktur[10].

Türk devlet geleneğinde zulmün yeri olmadığı “zor kapıdan girince, töre bacadan çıkar” tabiri ile ifade edilmiştir. Bir başka sözde ise “melik inkâr ve küfürle ayakta kalabilirse de zulümle ayakta kalamaz” ifadesiyle devlet hayatında zulmün küfürden beter olduğu anlatılmaktadır. Türk ulusunu dünya tarihinde devletçi, düzenleyici, disiplinli bir ulus olarak tanıtan, Türklerin yeryüzünün çeşitli kısımlarında pek çok devletler kurup, çeşitli ulusları güven içinde yönetebilmelerini sağlayan yegâne etken, güçlü bir şekilde oluşan kamu hukuku olmuştur.

Yusuf Has Hacib’e göre haklarının verilmediği bir insan, devletin değerleriyle uyumlu yaşayamaz; yani adaletli olunmadan devletin temelleri sağlamlaştırılamaz. Kutadgu Bilig’de yöneten ile yönetilen arasındaki karşılıklı temel hak ve yükümlülükler sıralanırken devletin başında bulunan yöneticiye… halkın senin üzerinde üç hakkı vardır; bunları öde ve onları zorluğa düşürme. Bunlardan birincisi memleketindeki gümüş; temiz kalsın, onun ayarını koru. İkincisi halkı adil kanunlar ile idare et; birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru. Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır[11] diye hitap ederek adaletin devlet yönetimindeki yerini ortaya koymaktadır.

b. Töreye Bağlılık

Örgütlenmemişhalk, sadece denetimsiz birinsan topluluğu durumundadır. Devletin oluşabilmesi için halkın örgütlenmesi ve örgütlenmiş topluluğun bir amaca yönlendirilmesi gerekmektedir. Örgütlü bir yapı için kurumlar oluşturulmalıdır. Türk milleti, devletini “töresine”göre kuruyordu. Töre, bireylerin ve ulusun hak ve hukukunu, özgürlüğünü, hükümdarın görevlerini belirleyen ve ceza hükümleri ile dikkatleri çeken, yazılı olmayan bir prensipler topluluğudur[12]. Türk milletinin yazılmayan anayasası gibi olan töre, geçmişten getirdiği özellikleri geleceğe taşıyarak topluma yön verir.

Türkler, Orta Asya’dan değişmez bir devlet anlayışı ve belli idare gelenekleriyle dünyaya yayılmışlardır. Bu gelenekler, beylerin ve Türkmen‑ Oğuz gruplarının sıkı sıkıya bağlı kaldıkları kökleşmiş âdetler ve inançlar niteliğinde idi. Birçok teşkilât esasları ve hâkimiyet kavramı birbirinden asırlarca ara ile kurulmuş olan Türk devletlerinde görülmektedir.

Kitabelerde töre kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun altısında il kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır. Devletin varlığı, törenin varlığına sıkı sıkıya bağlıydı. Kitabelerdeki “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler”, “Ey Türk bodunu devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi”, “Devletin töresini terk etmiş”, “O (İlteriş), atalarının töresine göre bodununu (milletini) teşkilatlandırdı…”. sözleri Türklerdeki töre olgusunun ağırlığını yeterince ortaya koymaktadır. Hükümdarlar bütün faaliyetlerini Türk töresine uygun bir şekilde yürütmek zorundadır. Törenin uygulanmasından devle­tin başındaki hükümdar sorumludur.

Orhun Kitabelerinde töre kavramıkanunlar bütünü olarak tarif edilmektedir. Hâkimiyeti Tanrıdan alan han, hâkimiyet ve bağımsızlığı başlıca töre koymak şeklinde anlamaktadır. Devletin varlığı, töre koyan han ile ayaktadır. Orta Asya Moğol ve Türk kavimlerine dayanarak Mete veya Bumin Kağan gibi bir cihan imparatorluğu kurmuş olan Temuçin de cihan imparatoru ilân edildiği zaman kendi yasa’sını ilân etmişti[13].

Türk hükümdarının evladı, halktan herhangi bir kişi ile Türklerle yan yana yaşamak durumunda olan herhangi bir yabancı, törenin karşısında eşit haklara sahipti. Bu ise Türklerin kendileriyle birlikte yaşayan ve Türk olmayan herhangi bir yabancıya karşı gösterdikleri hoşgörünün ve insani davranışın en güzel örneğini oluşturur. Tarih boyunca, Türklerle yan yana yaşamak durumunda kalmış olan yabancı ulusların dillerine, dinlerine, örf ve adetlerine daima saygı gösterilmiştir[14].

Törenin siyasi, sosyal ve hukuki hükümleri çevreye, zamana ve imkânlara göre değişebiliyordu[15]. Hükümdarlar, zamanın gereklerine göre devlet meclisinin de onayını alarak yeni yasaları töreye ekleyebiliyorlardı. Bütün bu karşılıklı hak ve görevlerin töre ile tespit edilmiş olması, siyasi iktidar yönünden Türk devletlerinde şahsî ve keyfî bir yönetimin olmadığını göstermektedir[16].

c. İstişare Kültürü

Türklerde hükümetten ayrı olarak birer meclis bulunurdu. Devleti ilgilendiren siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel konuların görüşülüp bir karara bağlandığı bu meclisler Türklerin hayatında son derece ağırlığı olan kurumlardır. Hakandan sonra devlet teşkilatında önemli bir yere sahip olan bu meclisler yasama ve yürütme yetkilerine sahiptirler. Devlet ileri gelenlerinden oluşan bu meclisler, hakan seçme yetkisine de sahiplerdir. Ayrıca, kanun yapma işinde hakanı denetlemekte ve onun yetkilerini zaman zaman kısıtlamaktadırlar. Türklerde her ne kadar hükümdarlar son sözü söyleyen makam olsalar da meclise danışmadan büyük kararlar vermezlerdi. Göktürk ve Uygurlarda meclis, hükümdar seçiminde de tam yetkiye sahiptir. Meclis yeni hükümdarı onaylar ya da gerekçe göstererek rededebilirdi. Bir yasama kurulu özelliğindeki meclis Türk siyasi topluluklarında milattan önceki yıllardan beri devam eden Devlet Meclisi kurumunun bir devamıdır[17].

Türk devlet örgütlenmesinin önemli bir bölümünü oluşturan kurultaylar da bir danışma meclisi kimliğindedir. Başlangıçta Türklerde dini tören, bayram, yeme içme toyu, eğlenme ve yarışmayı da içinde toplayan kurultaylarda halk ile devlet birleşerek kaynaşırdı. Dernek veya toy şeklinde olan bu kurultaylara, Hunlar ile Oğuzlarda halk da katılırdı. Söz hakkı bulunmasa bile kararların alındığı anda halkın orada bulunması, kararların sahiplenilmesi için güzel bir uygulama olarak görülmektedir. Büyük Hun devletinde başlıca üç büyük toy ve yığınak vardır. Bunlar; yeni yıl bayramı, ilkbahar bayramı ve güz bayramıdır. Bu bayram veya toy kurultayına, devletin tüm ileri gelenleriyle bağlı kurulların da katılma zorunluluğu vardır. Bu büyük Bayram Kurultayına gelmeyenler, Hun hükümdarına isyan etmiş sayılırlardı.

Oğuzlarda kurultay ve danışma toplantısı, yaygın olarak toy veya düğün, dernek şeklinde yapılırdı. Zaten, gerek halkı ve gerekse beyleri yedirip içirmek hükümdarın bir göreviydi. Divân veya devlet divanının, hem bir toplantı yeri ve hem de toy yeri olduğu görülmektedir[18]. Türk töresine göre, hükümdar halkına her konuda bakmakla görevli bir çalışandır. Türk hükümdarı görevlerini yerine getirmezse, kut’un Tanrı tarafından geri alındığı düşüncesi ile iktidardan düşerdi.

Türkler 10. yüzyılın başlarından itibaren İslam dinini kabul etmeye başladılar. 960 yılında iki yüz bin çadır halkının topyekûn İslam dinini kabul etmeleri Türk tarihinde bir dönüm noktası olmuştur[19]. Türkler Müslüman olduktan sonra da eski âdet ve geleneklerinin birçoğunu devam ettirmişler, aynı zamanda yeni bir hayat düzenine geçmişleridir. Bu yeniliğin başlıca iki kaynağı vardır. Birincisi; yeni bir inanç sistemini benimsemeleridir. Bu inanç sisteminde insanın sadece Allah ile değil aynı zamanda diğer insanlarla olan münasebetleri de yeniden gözden geçirilerek düzenleniyordu. İkincisi ise; Türklerin Müslüman olarak yeni bir medeniyet sisteminin içine girmeleri, böylece diğer milletlerle kültür alış verişi yapmaya başlamalarıdır[20].


[1] Nazmi Eroğlu, Medeniyetlerin Ruhu, İstanbul, 2004, s. 161.

[2]Mehmed Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, İstanbul 1996, s. 26.

[3] Mustafa Taşar, Türkiyenin Düşünce Gündemi, Ankara 2001, s. 5

[4] Ali Güler, “Türklerde Devlet ve Siyasi Otorite Kavramları”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı. 24, Şubat 1987, s. 17.

[5] İbrahim Kafesoğlu, Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, İstanbul 1980, s. 3‑4.

[6] Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, trc. R. Rahmeti Arat, Ankara 1988, bend 1430, 1933‑34‑60‑5469‑5947

[7] Muzaffer Erendil, “Türklerin Millî Meziyetleri”, Türk Kültür Ve Medeniyeti (Makaleler), c. I, Ankara 1976, s. 277.

[8] Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. I, İstanbul. 1998, s. 79.

[9]Kafesoğlu, a.g.e, s. 270.

[10] Niyazi, a.g.e, s 216.

[11] Nejat Doğan, “Kutadgu Bilig’in Devlet Felsefesi”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 12 Yıl: 2002, s. 136.

[12]Kafesoğlu, a.g.e, s. 251.

[13] Halil İnalcık, “Türk Devletlerinde Sivil Kanun Geleneği”, Türkiye Günlüğü, sayı:58, Aralık 1999, s. 5.

[14] Mehmet Saray, Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento), Ankara1999, s. 10.

[15] Mualla Uydu, Türk‑İslam Bütünleşmesi, İstanbul, 1995, s. 185‑188.

[16] Abdulkadir Donuk, “Türk Devletinde Hâkimiyet Anlayışı”, İÜEF Tarih Dergisi, sayı: X‑XI, İstanbul 1981, s. 53.

[17] Mehmet Saray, “Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento)”, Demokratik Düşünce ve Ata­türk, Ankara, 1999, s. 13.

[18] Bahaeddin Ögel, “Devlet Meclisi ve Kurultay”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayın­ları, Ankara 2002, s. 874.

[19] Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. V.

[20] Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1999, s. 159.

[1] Mehmet Saray, “Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento)”, Demokratik Düşünce ve Ata­türk, Ankara, 1999, s. 13.

[1] Bahaeddin Ögel, “Devlet Meclisi ve Kurultay”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayın­ları, Ankara 2002, s. 874.

[1] Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. V.

[1] Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1999, s. 159.

The post TÜRKLERDE DEVLET KAVRAMININ TEMEL İLKELERİ first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/turklerde-devlet-kavraminin-temel-ilkeleri/feed/ 0
OSMANLI DÖNEMİ ANTAKYA TARİHİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN KATKILARIYLA KİTAPLAŞTIRILDI https://www.hatayinnabzi.com/osmanli-donemi-antakya-tarihi-buyuksehir-belediyesinin-katkilariyla-kitaplastirildi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=osmanli-donemi-antakya-tarihi-buyuksehir-belediyesinin-katkilariyla-kitaplastirildi https://www.hatayinnabzi.com/osmanli-donemi-antakya-tarihi-buyuksehir-belediyesinin-katkilariyla-kitaplastirildi/#respond Thu, 05 May 2016 11:15:48 +0000 http://wp.hataytr.com/?p=1340 Editörlüğünü Osmanlı Arşiv Uzmanlarından Ahmet Ergün ve Mehmet Akif Terzi’nin yaptığı “Osmanlı Belgeleri Işığında Antakya” adlı prestijkitap Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile yayınlandı. Kitapta 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı dönemi Antakya’sından kesitler sunan özenle seçilmiş 200’e yakın belgenin yanısıra, Prof. Dr. Mustafa ÇOLAK-Ahmet ACAR, Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ, Doç. Dr. Abdulkadir GÜL, Doç. Dr. …

The post OSMANLI DÖNEMİ ANTAKYA TARİHİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN KATKILARIYLA KİTAPLAŞTIRILDI first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
OSMANLI DÖNEMİ ANTAKYA TARİHİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN KATKILARIYLA KİTAPLAŞTIRILDI

Editörlüğünü Osmanlı Arşiv Uzmanlarından Ahmet Ergün ve Mehmet Akif Terzi’nin yaptığı “Osmanlı Belgeleri Işığında Antakya” adlı prestijkitap Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile yayınlandı.

Kitapta 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı dönemi Antakya’sından kesitler sunan özenle seçilmiş 200’e yakın belgenin yanısıra, Prof. Dr. Mustafa ÇOLAK-Ahmet ACAR, Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ, Doç. Dr. Abdulkadir GÜL, Doç. Dr. Adem Kara, Yrd. Doç. Dr. Olcay Özkaya DUMAN-Haktan BİRSEL ve Dr. Ülkü TECİMEN’in Osmanlı dönemi Antakya’sının her bir yüzyılına ışık tutan arşiv kaynaklı değerli makaleleri yer alıyor.Kitap, şimdiden Büyükşehir Belediye Başkanı’nın konuklarına hediye ettiği en kıymetli hediyeler arasında ilk sırayı almaya başladı. Hatay eski valisi Utku Acun’a sunulan eser büyük beğeni ve takdir topladı.

Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ta Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği’nin ziyaretlerinde dernek başkanına Osmanlı Belgeleri Işığında Antakya adlı eseri büyük bir onurla takdim etti.

Osmanlı Belgeleri Işığında Antakya adlı eserin editörleri hazırladıkları eseri şu cümlelerle tanımlıyorlar:

Antakya’nın tarihi zenginliği hakkında şehrin kurulduğu ilk dönemlerden, günümüze kadar çok çeşitli eserler kaleme alınmış ve çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Ancak Osmanlı Arşivlerinin kullanıldığı kaynak çalışmalara bakıldığında Antakya hak ettiği yerin çok çok altındadır. Dünyanın en önemli tarih arşivine ev sahipliği yapan Osmanlı Arşivlerinde araştırma ve incelemeye açılan belge ve defter grupları, Osmanlı tarihini her yönüyle tamamlayıcı yeni bilgileri barındırmaktadır. Biz de Antakya’nın bilhassa Osmanlı dönemine ait tarihine kaynak bir eser oluşturma gayreti içerisine girdik. Bu bilinç içerisinde hazırladığımız eser Osmanlı dönemi Antakya’sına çeşitli yönlerden ışık tutmaktadır. Eser için seçilen konuların ortak özelliği, hepsinin de arşiv belgelerine dayalı birer akademik araştırma ve inceleme olmalarıdır.

Osmanlı Belgeleri Işığında Antakya adlı eser iki bölümden oluşmaktadır.Birinci bölümde; 16. Yüzyılda Antakya17 ve 18. Yüzyıllarda Antakya Kazasında Yönetim18. Yüzyılda Antakya Kazasında Yol Sisteminin İşleyişi Hakkında Bazı Notlar19. Yüzyılda Antakya, Tarihte Antakya ErmenileriÜç Tarz-ı İdari Dönemde (İşgal, Sancak, Vilayet) Hatay Bağımsızlık Mücadelesinde Öne Çıkan Kültür Faaliyetleri başlıkları ile altı adet makale bulunmaktadır. Çalışmaların her biri kendi sahalarında uzman, birbirinden değerli akademisyenler tarafından Osmanlı dönemi arşiv belgelerinden faydalanılarak bu kitap için hazırlandı. Eser sahiplerinin gönderdikleri çalışmalar kitap içerisinde bir bütünlük oluşturması için tarafımızdan düzenlemeye tabi tutularak son şekilleri verildi. Bu çalışmalarla Antakya’nın Osmanlı dönemi tarihinin bir bölümü ayrıntıları ile ortaya konmuş oldu.

Kitabımızın ikinci bölümü ise, Osmanlı Arşivi’nde Antakya ile ilgili binlerce belge içerisinden ilginç ve önemli görülen 150 belge seçilerek oluşturuldu. Belgelerin arşiv sisteminden tespiti, konu seçimleri, transkribeleri (Türkçe harflere çeviri) ve günümüz Türkçesi ile anlaşılabilir özetlerinin yapılması arşiv uzmanı bir heyet tarafından gerçekleştirildi. Kitabın hazırlanmasındaki tüm aşamalar; makalelerin titizce yazılması, belge seçimlerinde gösterilen hassasiyet, kitabın grafike edilmesi, editöryal çalışma ve oldukça özenle yapılan baskısı ile Antakya’ya yakışır bir eser meydana getirmek için elden gelen tüm gayretler gösterilmiştir. Bu eserin ortaya çıkmasındaki en büyük gayret şüphesiz Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Doç. Dr. Lütfü Savaş’ındır. Sözün kısası, Osmanlı Belgeleri Işığında Antakya adlı eser Antakya için gönül seferberliğinde olan fedakâr insanların Antakya’ya bir armağanıdır. Bu eserin bundan sonraki çalışmalara hem kaynak hem de yol gösterici olmasını umut ediyoruz.

Ahmet ERGÜN – Mehmet Akif TERZİ

ahmergun@gmail.com

mehmetakifbey@gmail.com

The post OSMANLI DÖNEMİ ANTAKYA TARİHİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN KATKILARIYLA KİTAPLAŞTIRILDI first appeared on Hatay Haber, Hatay Haberleri.]]>
https://www.hatayinnabzi.com/osmanli-donemi-antakya-tarihi-buyuksehir-belediyesinin-katkilariyla-kitaplastirildi/feed/ 0